Doğup büyüdüğüm Ergani’de (Diyarbakır) eskiden Ermenilerin yaşadığını Meryem Ana Kilisesi, Kırlar Kilisesi, Papazın Gölü, Papazın Bahçesi, Goconun Tepesi, Arutun Bağı gibi yer isimlerinden ve aile büyüklerimizden Zekeriya amcamın (Zekeriya Üzülmez d.1319/1903-ö.1987) yaşlılığın vermiş olduğu can sıkıntısı ve yalnızlığını gidermek amacıyla zaman zaman çocuklara ve gençlere anlattığı bazı hikâyelerden biliyordum, ama Yahudilere dair hiçbir yer ismi ve anlatı duymadım. Ama Çermik’te Yahudilere dair Faho dedemden (Fahri Değirmenci d.1906-ö.1999) maşatlık ve sinagog sözcüklerini ve bu sözcüklerle tanımlanan yerlerle ilgili çok kısa bazı anlatımlar duymuştum.
Zaten çocukluk ve gençlik dönemimizde bizlerin bazı şeyleri bilmesi mümkün değildi. Güzelim yurdumuz yasaklar yurduydu. Mecliste, basında, camide, çarşıda, okul müfredatında ve her yerde her zaman sadece Türkler vardı. Kürtlerin, Ermenilerin, Süryanilerin, Yahudilerin, Keldanilerin, ve daha başka inanç ya da etnik toplulukların var olduğunu ya bilmezdik ya da haklarında kulaktan dolma yalan yanlış bilgilere sahiptik. Aile büyüklerimizde zaten bu konularda çok fazla konuşmazdı. Kanımca, konuşmaları durumunda aile fertlerinin zarar göreceği ve özellikle gençlerin geleceğinin kararacağından çekiniyorlardı. Nasıl çekinmesinler? Ağzı yanan yoğurdu üfler! Şeyh Sait isyanında ailemin ileri gelen erkekleri toplanıp Şevki Bey’in tarlasına götürülüyor ve tam kurşuna dizilecekleri esnada bir “mucize” sonucu kurtuluyorlar.
Üniversite yılları ve sonrasında “sınıfsız ve sınırsız bir dünya” mücadelesine giriştim. O zamanlar bu konularda yeterli bilgi birikimine sahip olmadığımdan olacak ki; Ermenilerin, Süryanilerin, Yahudilerin, Keldanilerin ve daha birçok inanç/etnik topluluğun var olma, hak ve hukuk mücadelelerine gerekli ilgiyi göstermede yetersiz kaldım. Ayrıca o dönemle ilgili önemli eksikliklerimden biride tarih bilincinden yoksunluktur. Eğer yeterli şekilde tarih bilincine sahip olsaydım Zekarya amcamın anlatımlarını, özellikle Şeyh Sait ve Ermeni olaylarına dair anlatımları ile Faho dedemin Çermik’teki ailelere, köylere ve özellikle Sinagog ve maşatlıkla ilgili anlatımlarını kayıt altına alırdım. Tarihi kişilere, yerlere ve olaylara dair bilgi ve belgeleri toplardım; kendilerini, mümkün değilse görüntüleyerek fotoğraflarını muhafaza ederdim. Tarihi fırsatı kaçırdım. Kuş misali bilgiler uçup gitti.
Uzatmayayım. 2011 yılının sonunda Çermik’teki sinagogla ilgili elime bir fotoğraf geçti. Gönderen Çermikli genç dostum Abbas Oruç’tu. Telefon açıp fotoğrafı ne zaman çektiğini ve elinde sinagoga dair başka fotoğraflar olup olmadığını, eğer başka fotoğraf yoksa benim için çekebileceği kadar fotoğraf çekmesini rica ettim. Abbas Oruç da elinde başka fotoğrafların var olduğunu, ama fotoğrafların kendi çekimleri olmadığını, Hamdullah Işık ve Mustafa Karabulut tarafından 2011 yılında çekildiklerini ve onların olurlarını alabilirse fotoğrafları gönderebileceğini bildirdi. Ve sonrasında sağ olsun fotoğrafları gönderdi[1].
Fotoğraflara saatlerce baktım. Hüzünlendim ve üzüldüm. Çermik’i terk etmek zorunda kalan insanların yaşadıkları acı serüvenler gözlerimde canlandı. Bir inanç merkezi olan sinagoga ve mezarlıklarına (maşatlıka) reva görülenler ise içimi acıttı; başladım Çermik Yahudileri ve Çermik’teki sinagogla ilgili bilgi toplamaya.
Değişik kaynaklarda ve internette Çermik’teki sinagogla ilgili yazılanlarda doğrular ve çarpıtılan yanlış bilgiler iç içe geçmiş. Dahası yayınlanmış yazılı metinlerin ve internet ortamında yer alan bilgilerin çoğunluğu “kes, kopyala, yapıştır” yöntemiyle yazılmış. Akademik çalışmalar ise içler acısı bir durumda. Üniversitelerin, “bilimin öldüğü veya öldürüldüğü yer”ler olduğunu göstermekte. Yapılan akademik çalışmalarda kara cahillikler bile bulmak mümkün. Bir üniversite lisans bitirme tezinde tarih öğrenimi gören bir öğrenci sinagog fotoğrafının altına “Yahudilerin kilisesi”[2] diye yazmış ve danışman öğretim görevlisi de onaylamış. “Yahudilerin Camisi” diye yazılsaydı, belki ne demek istediği daha iyi anlaşılırdı. Burada bilgisizlik mi, yanlışlık mı, kasıt mı var bilemiyorum. Bildiğim Türk Üniversitelerinin kısırlaştığıdır. Bir ikincisi, sinagogun kapısında yer alan “kitabe” ile ilgili yazılı olanlardır. Yazılanların bir kısmında kitabelerin okunamadığı, bir kısmında kitabenin Süryanice olduğu, bir kısmında ise hangi dilde yazıldığının bilinmediği yazılmakta veya anlatılmakta. Üçüncüsü, sinagogun ne zaman ve kimler tarafından yapıldığının bilinmediği yazılmaktadır.
Bunları yazanlar eğer birazcık zahmet edip Diyarbakır: Müze Şehir[3] kitabında (s.367-389) ve internet ortamında mevcut olan Rıfat N. Bali’nin “Diyarbakır Yahudileri” başlıklı yazısını okumuş olsaydılar, kitabenin okunmuş olduğunu, Süryanice veya bilinmeyen bir dilde değil, ibranice yazılmış olduğunu ve ne zaman ve kimler tarafından yapıldığını öğrenmiş olurlardı.
Bu yanlışlıkların birçok nedeni var bence:
1. Emek harcamadan hazır bilgiye konma alışkanlığı,
2. Tarih bilincinden yoksun oluş,
3. Bilgi ve belge azlığı ve sınırlı oluşu,
4. Devletin (ya da en geniş anlamıyla egemenin) yalanla yazılı bir tarih sunması,
5. insanların baskılar nedeniyle susması veya gerçekleri yazmaktan korkması,
6. Bilinçaltındaki birikimler... vs.
Sinagogun avluya açılan dış kapısı.
Bunlara ek olarak kanımca birde işin içinde “Yahudiler bu topraklarda hiç yaşamadı.” algısını oluşturma gibi kasıt var. Oysa yerel tarih yazıcılığı emek ister, bilgi ister ve dürüst olunmayı gerektirir. Tarih, yalanla veya egemenlerin anlayışı doğrultusunda yazıldığında deveyi amuda kaldırmış oluruz ki, bu da gerçeklerin tepetaklak edilmesi demektir.
Yazılı Kaynaklarda Sinagoga Dair Bilgiler:
Bu konuda benim bildiğim bir tek yazılı kaynak Rıfat N. Bali’nin “Diyarbakır Yahudileri” başlıklı yazısıdır.
Yazarımızın izniyle bu yazıdan bir bölümü paylaşmak istiyorum:
“Çermik’e gelince… Burada bir zamanlar Yahudilerin yaşamış olduklarını kanıtlayan tek şey halen ayakta duran ve bir özel şahıs tarafından depo olarak kullanılan sinagog idi. Bugün bu yapının bir zamanlar sinagog olduğunu tevsik eden tek şey kapısındaki ibranice kitabedir. Sinagogun inşaatı bittiğinde yazılmış olan ve okunabildiği kadarıyla ibrani takvimine göre 5176 (?) Miladi takvime göre 1416 (?) yılında sinagogun tamamlanmış olduğunu beyan eden bu kitabe yüzyıllar boyunca Yahudilerin burada yaşamış olduğunun sessiz bir şekilde hatırlatmaktadır.
Kitabenin Çevrisi:
RAB’ın adıyla yapalım ve başaracağız. Bana yardım, gökleri ve toprağı yaratan RAB’dandır.
Girişin mübarek olsun, çıkışın mübarek olsun.
Sinagogun bitişi.
Onlar sevinç ve meserretle götürülecekler: Kıral sarayına girecekler.[4] 5176 (?)
Kâdir olan Allah size merhamet ihsan etsin.”[5] (s. 384)
Rıfat N. Bali, yazısına düştüğü bir dipnotta; Çermik’teki sinagoga ait arşivlerinde bulunan fotoğrafları veren istanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Prehistorya Anabilim Dalı Öğretim Görevlisi Dr. Aslı Özdoğan ile Çermik Sinagogu kitabesini okuyup Türkçeye çeviren Aaron Kohen ile Hahambaşı vekili ishak Haleva’ya içten teşekkür etmektedir. (s. 387)
Bu dipnottan şunu anlıyorum: 1. istanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Prehistorya Anabilim Dalı öğretim görevlileri tarafından sinagogun çizim ve fotoğraflarla kayıt ve arşiv çalışması yapılmıştır. 2. Kitabeyi Türkçeye Hahambaşı vekili ishak Haleva çevirmiştir.
Sinagogun Bugünkü Durumu:
Yerleşim yerleri eskiden özgündü, şimdi aynılaştı. Kimliksizleşti ve renksizleşti. Oysa bir kasabayı, bir kenti var eden kimliği ve rengidir. Çermik bir zamanlar çok kültürlüğün güzel bir örneğiydi: Kürtlerin, Türklerin, Ermenilerin, Yahudilerin bir arada yaşadığı küçük bir kasabaydı. Arifi Paşa da bunu teyid eder. Seyahatnamesi’nde “Çermik kasabasının islamları Türk, köylü halkı Kürtdür. Çermik’te Ermeni ve Yahudi milletleri de bulunur” diye yazmaktadır. Nüfuslarına dair ise şu bilgileri vermektedir: 2594 islam, 1435 Hıristiyan, 247 Yahudi olmak üzere Çermiğin toplam nüfusunun 4276 olduğunu; ayrıca bir Havra bulunduğunu ve Yahudilerin Çukur mahallesinde, Hıristiyanların Tepe ve Kale mahallesinde yaşadıklarını ve “Yahudi mahallesinden bi’l-mürür Haburman Köprüsü temâşa olundu” diye yazmaktadır.[6]
Ama sonrasında her şey çok hızlı değişti. Ermeni ve Yahudilerden sağ kalanlar “gitti”, Kürtler ise “lal” edildi. Gitme ve lal oluş sonucu çok kültürlük ve güzellik öldü!
Konumuzla ilgili olması nedeniyle Kamil Sümbül’ün 4 Ocak 2012 tarihinde bana gönderdiği e-posta iletisinden Faho dedemle yaptığı bir görüşmenin çok kısa bir bölümünü Kamil’in izniyle aktarmak istiyorum:
“Faxo emmiyi 1999’da Ankara’da, Keçiören Sanatoryumu’nda hasta yatarken ziyaretine gittiğimde Çermiğin tarihini sohbet etmiştik.
Faxo emmi, Yahudilerin iki nedenden dolayı Çermiği terk ettiklerini söyledi. Birincisi; Ermenileri Düden[7]’e döküp kökleri kurutulunca, Yahudilerde kendi geleceklerinden korkmuşlar ve bir gün bize de yapılabilirler deyip gitmişler. ikincisi ise; o dönem Çermik’te güçlü olan bir ailenin erkek çocuğu, (yanılmıyorsam 15 yaşlarında olduğunu Faxo emmi söylemişti) ağır hastalanıyor. Çermik’teki Yahudiler ise eski ilaç satan dükkânları varmış ve yarım doktor olan biri o ailenin çocuğuna ilaç veriyor fakat genç ölünce, Çermiğin o dönem ileri geleni; oğlum senin ilacın yüzünden öldü, diye tehditler savurunca, Çermik’teki Yahudilerde ev ve mülklerini çok ucuza satıp Çermik’ten Kudüs’e taşındıklarını anlatmıştı.
…Ayrıca Saray mahallesinin alt kısmında tanıdık bir aile evlerini genişletmek için eski bir duvarı yıkarken içinden bir sürü elle yazılmış kitaplar çıkıyor ve kış ayları bunu sobada ateş başı olarak yaktığını söyleyince, bir yas evinde otururken nerede ise adamın boğazına sarılacaktım. O duvarın da bir Yahudi evine veya sinagoga ait olduğunu söylemişlerdi.”
Kutsallık, “birçok ruhu bir arada tutan şeydir”. Çermik’te gidenlerden geriye kalan ve kutsal bir mekân olan sinagogu şu anda, kutsallığının ruhuna aykırı olarak bir şahıs mesken, ahır, depo ve samanlık olarak kullanmaktadır. Sinagogu mesken olarak kullanan şahıs burayı satın mı almış, işgal mi etmiş, yoksa devletin yetkili kurumları tarafından kendisine kiraya mı verilmiş bilemiyorum. Yetkili kurumların bu konuda kamuoyuna bir açıklama yapıp bilgilendirmeleri yerinde olur diye düşünüyorum.
[1] Fotoğrafları gönderdikleri için Hamdullah Işık, Mustafa Karabulut ve Abbas Oruç’a çok teşekkür ederim.
[2] Sedat Karakaya, Çermik ve Çevresi Tarihi (idari, Kültürel ve Sosyal Durumu), Fırat Üniversitesi, Basılmamış Lisans Tezi, Elazığ 1986. Resim 20 ve 21’deki fotoğrafların altındaki yazılar.
[3] Rıfat N. Bali, “Diyarbakır Yahudileri”, Diyarbakır: Müze Şehir, (Haz: Şevket Beysanoğlu, Emin Nedret işli ve M. Sabri Koz), Yapı Kredi Yayınları, istanbul-1999, s. 367-389.
[4] Mezmurlar, Mezmur Bap 45, Âyet 15, Kitabi Mukaddes Eski ve Yeni Ahit Kitabı Mukaddes Şirketi istanbul 1995, s.566. -Rıfat N. Bali
[5] Tekvin Bap 43, Âyet 14, Kitabi Mukaddes Eski ve Yeni Ahit Kitabı Mukaddes Şirketi istanbul 1995, s.44. -Rıfat N. Bali
[6] Mustafa Öztürk-ibrahim Yılmazçelik, BELGELER-Türk Tarih Belgeleri Dergisi, Cilt: XVIII, Yıl: 1997, Sayı: 22, s.91-109.
[7] Düden: Çermik ve Çüngüş arasında bulunan bir yeraltı mağarasının adıdır.
Sinagog, Kal’a (kale) Mahallesi Buğday Pazarı altında Çarşı Camii ve Ulu Camii arasında bulunuyor. Bulunduğu yer Yahudi Küçesi (sokağı) olarak anılmaktadır. Özel bir ismi var mı, bilemiyorum. Ulaştığım kaynaklarda özel bir ismine rastlamadım.
Sinagog mesken, ahır, samanlık ve depo olarak kullanılmasına rağmen, bazı duvarları ve çift kanatlı giriş kapısının üstünde bulunan ibranice “Kitabe” özelliğini korumakta ve tarihî değerini muhafaza etmektedir. Yapı düzgün yontulmuş siyah ve beyaz taşlardan yapılmıştır. Dış kısmı büyük bir avlu ile çevrili ve içinde bir su kuyusu bulunmaktadır. Avluya bakan dış cephesinde iki kemerli bölümden sol taraftakinde orijinal su düzeneği mevcuttur. Yapının iç alanı ise genişçe bir odadan oluşmaktadır. iki sütunlu üç kemerli bölüm odayı ikiye ayırmaktadır. Odada nişler (kemerli duvar hücresi) bulunmaktadır. Odanın batı tarafında “Hitabet yeri” gibi iç alandaki ibadet yerleri halen varlığını koruyor. Ancak iç ibadet yeri ve yapının bazı duvarları yıkılmak üzere, ağaç desteklerle ayakta durmaktadır.
Halk arasında duvarların içerisinde çok sayıda tarihi eser niteliğinde kitapların bulunduğu, bunların çoğunun ısınma amaçlı soba veya ocaklarda yakıldığı, az bir kısmının da halen duvarlarda yerinde durduğu anlatılmaktadır.
Diyarbakır Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Müdürlüğü uzmanlarınca hazırlanan 14 Şubat 2002 tarih ve 202 sayılı raporla sinagogun korunması gerekir “kültür varlığı” olduğu tescil edilmiştir. Sonrasında ise hiçbir şey yapılmamıştır.
Sonuç:
Tarihî kalıntıları yok ederek, etnik kimlik ve kültürleri inkâr ve tahrip ederek bir arpa boyu yol alınmadığı artık herkesçe bilinmekte. Tarihi yapılara şaşı baktığımızda veya gözlerimizi kapattığımızda başta kendimize, sonra da bulunduğumuz kente zarar vermekteyiz. Bu nedenle, iyi niyetle, sağlam bir siyasi irade göstererek sinagog kurtarılmalıdır. Sinagog, eğer hazinenin ise işgalciler hemen çıkartılmalı, yok eğer şahıs mülkiyetinde ise kamulaştırılıp hemen restorasyonu yapılmalıdır.
Kültürümüzde cami, kilise ve sinagoglar/havralar kutsal mekândır, tanrının evleridir. Sinagogun ahır, depo ve samanlık olarak kullanılması günahtır. Bu günah ve ayıptan bir an önce kurtulmalıyız. Diyarbakır il Özel idaresi, Çermik Kaymakamlığı, Çermik Belediyesi, Çermik’in ileri gelenleri ve esnaf kuruluşları tarafından bu tarihi yapı; bir sanat/kültür merkezi veya etnografya müzesi olarak hizmet vermek amacıyla restore edilmelidir. Bunun için kollar şimdiden sıvanmalı, yarın geç olabilir. Sinagog, tüm olumsuzluklara karşın şu an dimdik ayakta. Bakımsız ve harabe olsa bile sağlam duvarlarıyla, kitabesiyle, hitabet yeriyle, su kuyusuyla, taşıyıcı kolonlarıyla “ben buradayım” diyor. Sinagogun erken restorasyonu ile öncelikle yapının daha fazla harap olması önlenebilir. Daha önemlisi ayıbımızın ağırlığından bir an önce kurtulmuş, tarihî ve insanî görevimizi yerine getirmiş oluruz.
Web: http://www.uzulmez.info/muslum
e-posta: muslimce@yahoo.co.uk