M. ŞEHMUS GÜZEL
iyi çizilmiş bir harita bir bakışta birçok şeyi şıp diye anlamamıza yardımcı olabilir. iyi çizilmiş bir haritanın hele “altındakilere” ulaşabilirsek haritanın üstündekilerinin ve komşularının stratejisini ve jeo stratejisini anlayabiliriz. Bir harita, iyi çizilmiş bir harita, yinelemekte yarar var, cografya ve tarih dersleri verir, aynı zamanda derli toplu toplumsal meseleler, kimlikler, “aidiyetler” yumağıdır da. Anlatır anlamak isteyene. “Kimliğiniz?” diye sorulması bir rastlantı değildir bir haritada bir noktadan öbürüne geçmek üzereyken. Evet kimliğiniz? Kimliğimiz?
Haritaları iyi çizmek, iyi okumak, yerinde ve haklı renklerle donatmak gerekiyor. Denizler mavi, dağlar kahverengi, vadiler yeşil olmalı, her şey iyi ve güzel çizilmeli. Peki ya insanlar hangi renkte çizilecek? insanların git-gel, gel-git cografyalarında bizzat çizdikleri haritaları ne olacak? Teyzemi ziyarete gitmek için ille pasaport mu çıkartmalıyım? ille vize mi almalıyım? Amcamoğlu bize ne zaman ziyarete gelecek, hain mayınlara basmadan, bir ayağını, bir bacağını yitirmeden, hani topal kalmadan? Ne zaman?
Kötü çizilmiş haritalar sevimsizdir. Kötü çizilmiş haritalar adil değildir. Kötü çizilmiş haritalar haklı değildir. Kötü çizilmiş haritalar derttir. Dert kaynağıdır. Kötü çizilmiş haritalar kavgaya, atışmalara, hatta savaşa yol açar. Kötü çizilmiş haritalar başa beladır. işte yıllardır gün be gün görüyoruz: Savaş, haritaları süsleyen o güzelim köyleri, kasabaları, kentleri, iki gözüm pırlanta bağları, anılar, meyveler, çocuk çığlıkları ve ana gülümselerimi dolu bahçeleri yakıp yıkıyor. Tarihî mekânları onarılmaz biçimde harabeye dönüştürüyor. Taş taş üstünde bırakılmıyor. Acı, gözyaşı, açlık, hastalık, ölüm, göç dalga dalga yayılıyor. Sınırlar aşılıyor, haritalar yeniden çiziliyor evet. Öncekiler çünkü haksız, yersiz, adaletsiz.
Acı, dram, yalnızlık, açlık ve yokluğun deliler gibi dolaştığı ve görülmemiş trajedilerin yaşandığı, dünyayı henüz tanımaya fırsat bulamamış bebelerin plajlarda ölülerinin sergilendiği bölgemizde, böylesi zorlu ve amansız bir zaman diliminde Müslüm Üzülmez’in Dünyanın Haritası Yeniden Çizilirken isimli kitabı gelişmelerin kimini anlamamız için yardıma koşuyor; iyi, adil, haklı, beğenilen, çok renkli ve çok sesli bir harita çizilmesinde izlenebilecek yollar konusunda yol gösterici olabilecek özellikler taşıyor.
Siyasetle, bilimle ve kültürle ilgili yazıları kapsayan kitabında yazar, tarihsel zeminden kopmadan Dünya’da ve özellikle de Ortadoğu’da olup bitenleri anlamaya ve olup bitenlerin ipuçlarını yakalamaya çalışıyor.
Kitabın “Önsözü”nü yazmak işini, dostum Müslüm Üzülmez’in önerisi üzerine, üstlendim, önsözü yazmadan önce kitapta yer alacak bölümleri tek tek okudum, birçok not aldım, sonra oturup bilgisayarımın başına ve yazdım, yazdım. Burada önsözden birkaç satırı aktarmak istiyorum, kitabı okumak arzusunu aktarabilmek umuduyla:
«…Müslüm Üzülmez yeni kitabıyla bu konuda önemli bir adım atıyor ve bize de bu adımı onunla birlikte atmamızı öneriyor. Zorlamıyor, ısrar etmiyor, öneriyor sadece. Üzülmez günümüzü ve yeni çağı, sorunları, önerileri ve değişimleriyle, içli dışlı binbir derdiyle, izliyor, yakalıyor, gelecek günler için ipuçları sunuyor. Bu arada pek çok soru soruyor, hepsini yanıtlamıyor, yanıtlama faslına okuyucunun da bizzat katılmasını ve okuyucunun da fikrini söylemesini arzuluyor. Böylece yapıtı karşılıklı etkileşimi kolaylaştıran bir havaya bürünüyor. Çok ta iyi oluyor. Çünkü böylece okuyucu pasif durumundan çıkıyor eylemsel/aktif aktör konumuna giriyor. iyi kitabın görevi de, birincil görevi de, mutlaka budur diyorum. Okuyucuyu etkinleştirmek, düşünsel eyleme katılımını sağlamak.
Bu çalışmada siyasi tarih var. Bu kaçınılmaz, çünkü yazarın yaklaşımı “her şeyin kökeni tarih” biçiminde. Evet her şeyin kökeni tarih ve her şeyin kökeninde kendi tarihi var. Yazar, tarihin toplumsal yüzünü ve yönünü de asla ihmal etmiyor. Bu sayede tarih olayların dizimi olmaktan çıkıyor ve olaylar bütünlüğüyle, siyasi, ekonomik, toplumsal cepheleri ve kültürel zenginlikleriyle sunuluyor. Yazar tarihi hem dinliyor, hem de tarihin dinlenilmesinin son derece yararlı olacağını belirtiyor. Hem dinliyor, hem izliyor, hem de onları, tarihi ve günlük olayları, bütün derinlikleri ve değişik boyutlarıyla konuşturuyor.
Bu kitapta siyaset bilimi var. Günlük siyaset es geçilmeden.
Jeo-stratejik analizler var. Bölgemizdeki gelişmelerin ve devletlerarası ilişkilerin, sorunların derinlemesine irdelenmesiyle birlikte.
Yazar, tarihin kültür tarihi boyutunu ihmal etmiyor ve birçok gelişmenin altında, yanında, kenarında mutlaka kültürel meselelerin önemini vurgulamak olanağı buluyor.
Yazar değişik yerlerde zihniyet meselesini de devreye sokuyor. Böylece siyaset felsefesine doğru ilerliyoruz.
Bütün bunları tek tek her bölümde bulmak mümkün olduğu gibi, her sayfada da okumak olası.
Yazar her şeyi açıklamıyor, kendisini ille açıklamak zorunda bırakmıyor, biraz önce vurguladığım gibi her sorunun yanıtını da vermiyor. Kimi kez yazar bizzat kendisi yeni sorular soruyor. Örneğin yazarın sorduğu şöyle bir soruya nasıl yanıt verirsiniz?: “Evrensel insani yasaların yürürlükte olduğu bir ülkede mi, yoksa her şeyin güçlünün iki dudağı arasında olduğu bir ülkede mi yaşamak daha iyi? Ne dersiniz?” işte okuyucuyu düşünmeye ve düşünsel eyleme yönlendiren bir soru.
(…) 21. Yüzyılın bu ilk yıllarında insanlık tarihinde yeni bir döneme girdiğimiz kesin. Bu yeni dönemde sınırlar ve haritalar da yeniden çizilecek mi? Yazarın kitabında neredeyse başından sonuna kadar araştırdığı konulardan biri de budur: Sınırlar yeniden çizilecek, haritalar yeniden kotarılacak mı? Ezilenlerin, cografyaları paramparça edilirken fikirleri sorulmayanların sınırları ve haritaları çizmesi mümkün olacak mı? (...) Hakim dev(let)lerin, zulüm makinalarının, ezenlerin, eğemen sınıfların çizdiği sınırların ve haritaların adaletsiz olduğunu artık herkes biliyor: Görüldü, duyuldu, dokunuldu, denendi çünkü. Artık sınırları birbirlerinden kız alıp verenler, birbiriyle konuşmasını bilenler, uzlaşmayı ilke edinenler çizmeli. Değil mi? Herkes derdini anlatmalı ve çaresini birlikte kotarmalılar. Kendi “aidiyet”leri içinde hapsolmayanların, kendi kendilerine bayılmamışların ortak ürünü olmalı sınırların ve haritaların çizimi. Değil mi?
Müslüm Üzülmez, özgürlük için direnmek gerektiğini birçok kez vurguluyor. Ama bu bilgili bir direnme olmalıdır. Madem ki “Özgürlük her mevsim ve her iklimde açan çiçek değildir; ama, ihtiyaç duyulduktan, köleliğe tepkiler başladıktan sonra solan güle hiç benzemez; sürekli canlı kalır. insanlar ve toplumlar; ihtiyaç duymaları, köleliğe tepkileri sonucu, göreceli olarak, özgürlüğe koşarlar”, kavuşurlar.
Üzülmez, benzetmelerle, kimi şeyleri hem daha vurucu kılıyor hem akılda daha kolay kalmasını sağlıyor. “Bu ülkenin devrimcileri birer kartaldır” dediği anda anlatılana ve konuya ilgimiz daha artıyor. Kaçınılmaz bir biçimde.
(…) “Mezopotamya, ateş ve kanın yurdu; Ortadoğu ‘kendi halkını yiyenlerin toprağı’dır.”
Bu cografyaya göz diken dış saldırganları ve onların bölgemiz halklarına yönelik kurnazlıklarını es geçmeyen yazar, olan-bitenleri tarihi dersleriyle birlikte yeri geldikçe aktarıyor. “Kendi halklarını yiyenlerin toprağı”nda halkların üstlerindeki “ölü toprağını” attıklarını, yerlerinden doğrulduklarını ise yaşanan tarih bize gösteriyor. Müslüm Üzülmez bunları da yazıyor. Ve “Silahlar doğuya, petrol batıya akıyor” diyor.
Yazar, bölgedeki son on yıldaki gelişmeler üzerine Kürt halkının öneminin arttığını vurguluyor, şu cümlelerle: “Bu gelişmelerde, Ortadoğu’da artık ‘kilit taşı’ Kürtlerdir. Bu süreç, Irak’ın işgaliyle başladı. Şimdi Kürtlerin ve ABD’nin çıkarları örtüşüyor. Eğer Kürtler bu süreçte akıllı bir politika geliştirip yürütebilirlerse, bu konjonktürel durumdan kazançlı çıkabilirler.”
(…) Yazar, yaptığı jeo-stratejik incelemelerini, irdelemelerini, sonuç çıkarmalarını ispat edici özellikler de taşıyan, Ralph Peters’in Armed Forces Journal’ın (Silahlı Kuvvetler Dergisi’nin) Haziran 2006 sayısında yayınlanan yazısını “stratejik derinliği” olduğu için Nurettin Değirmenci’nin çevrisiyle, zamanında Türkiye’de epey tartışılan haritasıyla birlikte ve yorumsuz olarak sunuyor.»
Dahası var. Kitapta politik yazıların peşi sıra: Bilgi ve Tanımsız Kavramlarla Düşünme, Sonsuzluk Teknolojileri, Yapay Hayatın Eli Kulağında, Bioekonomik Gelişmeler ve Değerlerimizin Zorlu Sınavı gibi bilim ve biyoteknoloji ağırlıklı; Cennet Cennet Dedikleri, Valentine ve Hazreti Süleyman’ın Aşkı, içkinin Kökeni içmenin Adabı, Amerikan Soğanı ve Soğanın Marifetleri, Şarap ve Edebiyat, Aşık ihsanî: Ağalı Dünyaya Başkaldıran Ozan gibi kültürel ve sosyal yaşama dair yazılar da yer alıyor.
Müslüm Üzülmez solcudur. Bunu saklamıyor. Ancak yirminci yüzılın sonundaki, yirmibirinci yüzyılın başlarındaki ve bugünkü Türkiye’de sol takımın yaptıklarının tümünü onaylamadığı gibi, solun iktidarı alma konusunda önerdiklerini de kayıtsız şartsız “tutmuyor” ve bu bağlamda bu konularda neredeyse umutsuz bir aşamada olduğunu sezdirmekten te çekinmiyor. Bu belki biraz abartılı görülebilir. Veya sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer dedirtebilir. Ama dedirtmesin. Çünkü yazar bu alanlarda ileri sürdüklerini örnekleriyle değişik yerlerde bizzat veriyor. Çünkü o birçok şeyi, birçok siyasi, birçok toplumsal-siyasi olayı içinden ve içinde yaşamıştır. Birçok insanı, siyasi partiyi ve yöneticilerini uzun zaman dilimleri içinde yakından ve uzaktan gözlemlemek olanağı bulmuştur. Evet Müslüm Üzülmez 1960’ların sonundan bu yana ülke siyasetini yakından, içinden izleyen, belli zaman dilimlerinde siyasette aktif olarak görev de alan iyi bir gözlemcidir. Bu açıdan bakınca yazdıklarını, bizimle paylaştıklarını okuyucularıyla dertleşmesi gibi de algılayabiliriz. O veya bu, her bakımdan okunmasında yarar olan sayfalardır bunlar. Dahası yazar gelecekten tümüyle ümidini de kesmiş değil. Nitekim bunu şu satırlarında okumamız, görmemiz ve saptamamız mümkün:
“Bir mücadelede yenmek de var yenilmek de. Bilinmeli ki; yenilenler teslim olmadıkça, yenilmiş sayılmazlar. Burada yenilmek ile teslim olmayı birbirine karıştırma yanlışlığına düşmemeliyiz. Yenilmek ayrı şeydir, teslim olmak ise ayrı bir şey.”
Künye:
Müslüm Üzülmez, Dünyanın Haritası Yeniden Çizilirken, Asmaaltı Yayınları, istanbul 2016, 260 sayfa.