Müslüm Üzülmez
hayat önce bahar rüzgârı
sonra çöl rüzgârı gibi eser:
acı, tatlı, güzel, çirkin ne varsa
bir gün sona erer.
Diyarbakır’ın değerli evlatlarından Cengiz Yıldız (d.1953) 11 Ekim 2018’de istanbul’da vefat etti. Bir gün sonra da istanbul Bakırköy Mezarlığı’nda defin edildi.
Vefatından bir gün önce hastaneye ziyaretine gittim. 5 saate yakın bekledim, ama maalesef görüşemedim. Durumu kötüydü. Sedyeyle yoğun bakıma götürülürken eşi Bedriye’ye, akrabası Fatma Yıldız’a, ortak dostumuz Cahit Kaplan’a, bana ve kendisini görmeye gelen tanıdıklarına kararlı bir sesle; “Arkamdan kimse ağlamasın” diye seslendi. Bu, son duyduğum sesi oldu.
Ömür dediğimiz ilk nefesimizle son nefesimiz arasındaki varoluştur. Dört yılı aşkındır amansız hastalıkla mücadele ediyordu arkadaşım. Son anına kadar da hep direndi, ama dert götüresi amansız hastalığın pençesinden kurtulamadı. Demek ömrü bu kadarmış. Elden bir şey gelmiyor.
Her ölüm doğadan fiziksel sert bir düşüştür. Kendimizden bir parçanın eksilmesidir. Gidenlerin anıları gönüllerimizde ve belleğimizde yaşasa da ölüm ebedi bir ayrılıktır; acı ve hüznün oluşturduğu duygu pınarı gözyaşıdır.
Cengiz Yıldız hemşerimdi, meslektaşımdı, arkadaşımdı, dostumdu, yoldaşımdı. Benim için her şeyden önce iyi bir insandı.
Vefalıydı, dostlarını kollar, dostuna dosttu.
Akrabalarını, hemşerilerini, yoldaşlarını severdi. Devrimci ve Kürdî duruşunu hiç yitirmedi.
Yiğitti, cesurdu. 12 Eylül darbe döneminde ve sonrasında şu veya bu şekilde birçok insana yardımcı oldu. 1984’te Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi’nden çıkıp istanbul’a geldiğimde bana yardımını hiç esirgemedi. Birçok konuda yardımını gördüm. Bunları hiçbir zaman unutamam.
Eğitime önem verir, okuyanlara yardım etmeyi severdi. Ekonomik olarak zor durumda olan tanıdıkların çocuklarına imkânları ölçüsünde yardım ederdi. Onlarca öğrenciye burs verdiğini biliyorum. Bu yardımları gösteriş olsun diye değil, içinden geldiği için ve gizliden yapardı.
Zekiydi, çalışkandı, becerikliydi. 1980’li yılların ortalarında tıbbı malzeme ve medikal işine girdiğinde gece gündüz çalışarak işini yüz akıyla büyüttü, şirketi yüzlerce insana ekmek kapısı oldu. Şirketi büyürken kendisi alçak gönüllüğünden asla vazgeçmedi.
Bonkördü. Yemesini içmesini bilirdi, ama daha çok yedirmesini içirmesini bilirdi. insanlarla birlikte olmaktan, birlikte yemek yemekten, sohbet etmeden zevk alırdı. Değişik çevrelerden insanlarla değişik zamanlarda bir arada olmayı ve yemek yemeyi sürekli organize ederdi. Ben, Cengiz, Sinan Yıldız, Salih Turcan, Dr. Cuma Kılıçkap her yıl bir veya iki kez mutlaka güzel bir restoranda buluşup güzel sohbet eşliğinde yemeklerimizi yerdik.
Kısacası, hayatı dolu dolu, kendine has, nitelikli yaşadı o.
Sakın bu yazdıklarımı her vefat edenin ardından usul gereği iyi şeyler söylenmesi adettir diye düşünmeyin. Cengiz Yıldız’ın ardından esastan, gerçek kişiliğinden dolayı iyi şeyler söylemeliyiz, yâd etmeliyiz. Cengiz hani derler ya adam gibi adamdı.
Adam gibi adam olmasından dolayı, cenazesinde ve taziyesinde başta eşi, çocukları ve akrabaları olmak üzere tüm dostları, arkadaşları, yoldaşları, çalışanları son görevlerini hakkıyla yerine getirdi. Sevenlerinin çokluğu yüz akımız oldu.
Sevgili arkadaşım; daha yaşayacağımız çok güzel günler, yapacağımız çok işler, rakı eşliğinde dostlarla birlikte yapacağımız çok sohbetler, okuyacağımız çok kitaplar, en önemlisi dünyalar güzeli torunlarımızı daha çok sevip koklamak varken bizleri bırakıp gittin. Bizlere güzel anılar, yüreklerimize sızı bıraktın. Dicle’nin sessiz ve derin akan suyunda ruhunu yıkamış gibi yağmur yüklü bereketli mavi bulutlar arasından süzülerek yıldız olup gökyüzüne aktın.
Seni unutmayacağız.
Soldan: Fırat Yıldız (Cengiz’in oğlu), Kim. Müh. Müslüm Üzülmez, Diş Tabibi Sinan Yıldız, inş. Müh. Salih Turcan, Kim. Müh. Cengiz Yıldız, Dr. Aydın Aydınlı. Saki-Nevizade Taksim- 16.06.2009