Bilgi Eğitim ve Kültür Vakfı'na ait olan İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde Eylül ayı başında yönetim değişti. İstanbul Bilgi Üniversitesi'nin mütevelli heyeti 2006 yılından bu yana Baltimore merkezli önce risk sermayesi grubu, sonra Nasdaq borsasına kote bir anonim şirket olan Laureate International Universities'in etkisi altındaydı. Bu etki, 2010'da tam bir devir ile sonuçlanmıştı.
Vakfın yönetimi Eylül ayı başında Can Holding'e geçti. Can Holding, Laureate International'ın haklarını 90 milyon dolara satın aldı. Peki bu satış İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde akademik bağımsızlığı nasıl etkileyecek?
Vakfın açıklamasında üniversitenin mevcut yönetimi ile akademik ve idari kadrolarının bir değişiklik olmaksızın görevine devam edeceği belirtilmişti. Ancak akademisyen Aslı Odman, Laureate International Universities'in "içindeki personel dahil" yönetimi devralması sonrası üniversitede çok sayıda işten çıkarmalar ve hak ihlalleri yaşanmış olduğunu belirtiyor.
DW Türkçe'ye konuşan Odman, yönetimin Can Holding'e devrinin üniversitede farklı fikirlerin sansürlendiği, kâr odaklı yapılanmanın başladığı sürecin bir devamı niteliğinde olacağını savundu.
Akademisyen, Laureate International Universities'in yönetimi devralması sonrası Bilgi Üniversitesi'nde geçici, düzensiz ve güvencesiz istihdamın arttığı, akademik özerkliğin kaybolduğu, kamusal fayda ve haklar kavramlarında ise aşınmaların gerçekleştiği bir süreç yaşandığına işaret ediyor.
Bu süreçte Bilgi Üniversitesi'nde işten çıkarılan akademisyenler arasında yer alan Odman, "Çekirdek, kıdemli kadro korundu. Ancak Laureate daha sonra hissedarlarına ve risk sermayesi grubunun paydaşlarına 'Personel masraflarını azaltacağım, harçları artıracağım, öğrenci sayısını artırıp mekanı sıkıştıracağım, daha az mekanda daha çok öğrenciden harç toplayacağım' vaadinde bulundu ve biz bunlar adım adım gerçekleşince, karşı çıkıp, sendikalaştığımız için atıldık" diyor.
Bilgi Üniversitesi çalışanları Mart 2010’da DİSK’e bağlı Sosyal İş Sendikası’nda örgütlendi. Ardından işten çıkarmalar başladı. Kıdemli asistanlar, öğretim görevlileri ve destek personeli çıkarılanlar arasında yer aldı. Bu nedenle çok sayıda eylem yapıldı. Aralarında Korkut Boratav, Şebnem Korur Fincancı, Birgül Ayman Güler’in de olduğu 169 akademisyen ortak bildiri yayımlayarak işten çıkarmalara tepki gösterdi. Sosyal İş Sendikası, 2012-2013 yılında düzenlenen iş sözleşmesiyle üniversitede yıllık izin sürelerinin düşürülmesi, güvencesiz çalışma, iş yükü artışı, ücretlerin düşürülmesi, akademik özgürlüklerin azaltılması gibi hak kayıpları olduğuna dikkat çekti.
"İşletmeci anlayış hakim oldu"
Bu durumun akademide işletmeci anlayışının hâkim konuma geldiğini gösterdiğine işaret eden Odman "Böyle bir ortamda ne kadar akademik özerklikten bahsedilebilir" diye soruyor.
Akademisyenlerin iktisadi ve siyasi çıkar odaklarından bağımsız, toplum yararına bilim yapma gerekliliğinin anayasada iş güvencelerinin gerekçesi olarak sunulduğunun altını çizen Odman, "Doğrudan bir sansürün belirgin olduğu az durum var, ama bu gibi durumlarda en etkin baskı faktörü azınlığın ikbal, çoğunluğun da otosansür davranışları oluyor. Bilgi, ismi kalan ama eski çekirdeğini oluşturan 'liberal beşeri bilimler' cismi yok olan bir üniversiteye dönüştü" diye konuşuyor.
Konuyla ilgili görüşüne başvurduğumuz İstanbul Bilgi Üniversitesi yönetimi ise söz konusu süreçte hak ihlallerinin yaşanıp yaşanmadığına ilişkin bir yorumda bulunmayacağını belirtti.
"Kanunun kenarından dolaşılıyor"
Anayasa'nın 130'uncu maddesi gereği yüksek öğrenim alanından kazanç elde etmek hâlâ yasak. Ancak Odman'a göre iktidarla yakın ilişkiler bu sorunu, kanunun kenarında dolaşarak çözmede etkili oluyor.
Örneğin üniversitede yapılan asli işler, danışmanlık faaliyeti adı altında kâr amaçlı şirkete kâr transfer etmek için kullanılıyor. Yemekhane, servis, yatakhane gibi yan hizmetler yine bu şirketlere ait taşeron şirketlere veriliyor.
Odman, Laureate küresel bir kâr amaçlı üniversite şirketi olduğu için bu transferlerin ölçeğinin daha büyük olduğunu tahmin ettiğini, fakat Türkiye'deki tüm vakıf üniversitelerinin değişik oranlarda bir şekilde "hukukun kenarından dolanarak" kâr elde ettiğini savunuyor.
Aslı Odman, Laureate ile sürecin böyle işlediğini, şimdi Can Holding ile üniversitenin kadrolarının içinin iyice boşaltılacağını düşündüğünü söylüyor. Odman'a göre sermaye-üniversite iş birlikleri ve sermayenin hükümet ile organik bağının bir yansıması Barış Akademisyenleri Davaları'nda görüldü. Odman, devlet üniversitesi olmamasına rağmen bazı liberal görünümlü vakıf üniversitelerinde çalışan akademisyenlerin, devletle aynı refleksi gösteren sahipleri tarafından Barış Bildirisi'nden imzalarını çekmeleri yönünde baskı gördüğünü hatırlatıyor.
Toplamda en az 76 vakıf üniversitesi çalışanı Barış Akademisyeninin işten çıkarıldığını, istifaya veya emekliliğe zorlandığını, hatta bazılarının KHK listesine isimlerinin yollandığını anlatıyor.
"Tıp, ilaç şirketlerine teslim"
Sermaye-üniversite iş birliklerinin, üniversiteleri kamu yararı kavramlarının uygulamaya geçirilemediği bir ortama dönüştürdüğünü vurgulayan Aslı Odman, tıbbi araştırmalardan da örnek veriyor: "Örneğin sanayi üniversite işbirliği ile tıp alanı, büyük ilaç, biyoteknoloji, tıp aletleri şirketlerinin araştırma önceliklerine teslim edildi. Üniversitelerde neredeyse yaşatılmayan işçi sağlığı ve halk sağlığı araştırma alanları hepimize etki eden toplumsal sonuçları en belirgin olanları. Bugün niye milyonlarca insanın içtiği arsenikli suyu, kanserojen gıdayı bir Barış Akademisyeni olan Bülent Şık gibi üç beş araştırmacı dert edinebiliyor? Yani mesele sadece vakıf üniversiteleriyle sınırlı değil."
Günümüzde Türkiye'deki toplam 2016 üniversitenin 76'sı vakıf üniversitesi ve bunların yarısından çoğu İstanbul'da bulunuyor.
Öte yandan İstanbul Bilgi Üniversitesi'ne ait bir yayınevi de bulunuyor. 2000 yılında kurulan İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları'nın kuruluşundan itibaren genel yayın yönetmenliğini yürüten Fahri Aral, Mart sonunda görevinden ayrıldı.
"Kürt ve Ermeni meselesiyle ilgili yayınlara baskı var"
DW Türkçe'ye konuşan Aral, son bir iki yıldır yayın anlayışına aykırı şeyler gelişmeye başladığını söylüyor. Aral "Bir üniversite yayınevi özgür, bağımsız ve eleştirel olmalı. Bunun elimizin altından kaydığını görünce de ayrıldım" diyor. Örneğin Kürt ve Ermeni meselesiyle ilgili kitapları basmamaları için baskı olduğunu anlatan Aral, işin tamamen piyasaya ve resmi görüşe teslim olduğunu söylüyor.
İstanbul Bilgi Üniversitesi'nin Mütevelli Heyeti Başkan Yardımcısı ve eski Rektörü Prof. Dr. Remzi Sanver de üniversitedeki yönetim değişikliğiyle ilgili açıklama yaptı. Sanver, her ne kadar üniversitenin sahibi Bilgi Eğitim ve Kültür Vakfı olarak görünse de vakıftaki yönetim değişikliğinin para karşılığı yapılmasının bir satış olarak değerlendirilebileceğini belirtiyor. Sanver, sosyal medya hesabı Twitter üzerinden yaptığı açıklamada, "Ortak hassasiyetimiz kendimizi Bilgi'ye ait hissettiren değerlerin korunması" ifadesini kullandı.
DW Türkçe'ye konuşan İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde görevli akademisyenler ise henüz yönetimde bir değişiklik olmadığını, satış konusunda yorum yapmak için erken olduğunu söylüyor.
Yönetimi devralan Can Holding ise sorularımızı yanıtsız bıraktı.
Pelin Ünker