Kudüs'ün İşgali ve yeniden nasıl fethedileceği konusunda önemli tespitlerde bulunan Taşkesen, "Halepli neccarın hikayesi bize Kudüs fethinin şifrelerini vermektedir." dedi.
İşte o yazı:
Kudüs'ün fethi
Kıymetli okuyucular. Dört aylık bir aradan sonra Allah nasip ederse yine haftada bir tarihi konulardaki yazılarımla huzurunuzda olacağım. İlk yazımı Müslümanların ortak davası Kudüs konusuna ayırdım. Çünkü 2 Ekim'de Selahaddin Eyyubi'nin Kudüs'ü fethetmesinin 832. yılını idrak edeceğiz.
Kudüs bu ümmetin büyük imtihanı ve devamlı kanayan bir yarasıdır. Müslümanlar bu kan kaybına daha ne kadar dayanabilir? Dünyanın gözü önünde yapılan zulme her gün yenileri ve daha şiddetlileri ekleniyor. Artık Filistin'le ilgili haberleri seyretmeye yürek dayanmıyor. Bu pervasız ve zalim Siyonistleri kim durduracak?
Sayın Cumhurbaşkanımız Birleşmiş Milletler'de yaptığı tarihi konuşmada İsrail'in sınırlarını sorguladı ve yaptığı zulümleri bir kere daha dünyaya haykırdı. Birleşmiş Milletler'in artık seyirci tavrını bırakarak zalimi cezalandırması, mazlumu koruması gerekmez mi?
Kudüs tarihte iki önemli işgal yaşadı. Birincisi Hz Ömer'in (r.a.) fethinden yaklaşık 5 asır sonra 1099 yılındaki Haçlı işgali, ikincisi ise Birinci Dünya Savaşı sırasında 1917'de İngiltere öncülüğündeki modern Haçlı işgalidir. Fakat bu işgalin en önemli yanı Haçlı zihniyetinin, 1948'de Siyonistlere devir teslim yapmasıydı. Birinci işgale o devirdeki Müslümanlar 88 sene tahammül etmişlerdi. Fakat bugünün Müslümanları 102 yıldır devam eden bu işgale hâlâ dur diyemediler.
15 TEMMUZ 1099
Takvimler 1095 yılının 27 Kasım'ını gösterirken soğuk bir havada Fransa'nın güneyindeki Clermont şehrinde binlerce insanın toplandığı meydanda büyük bir kalabalığa hitap eden Papa II. Urbanus şöyle bir konuşma yapıyordu:
“Ey İsa Mesih'in evlatları! Doğu'da neler olduğundan haberiniz var mı? Türkler ve Araplar Anadolu'yu ele geçirip Bizans'a ve Akdeniz'e dayandılar. Din kardeşlerimizi öldürüp, kalanları esir aldılar. Kiliselerimizi yıkıp, Hıristiyanlığı ortadan kaldırmaya çalışmaktadırlar. Kutsal topraklar ve Kudüs yüzyıllardır onların işgali altında. Sadece İspanya'da Müslümanlara karşı mücadele etmek yeterli değildir. Asıl savaşımız Doğu'da olmalı. Onları Anadolu'dan ve Kutsal topraklardan atmalıyız."
Bu dönemde Müslümanlar mı çok zayıftı yoksa Haçlılar mı çok kuvvetliydi? Hayır. Birinci Haçlı Seferi ile Kudüs'e doğru yola çıkan ordular Anadolu'dan geçerken çok büyük kayıplara uğramışlardı. Antakya'ya kadar gelebilen askerler, bu kaleyi alamasalardı belki de geri dönüp gideceklerdi.
Haçlılar bölgeye geldiği zaman, bölük pörçük olan Müslümanlar kendi menfaatlerine uygun olacak ve galip tarafın zararından korunacak şekilde hareket ediyorlardı. Müslümanlar arasında birlik, beraberlik, yardım, cihad gibi kavramlar tamamen unutulmuş yerini menfaat, iki yüzlü siyaset ve Haçlılarla işbirliği almıştı. Öyle ki bazı Emirler, daha Haçlılar şehirlerine yaklaşmadan onlara elçileriyle kıymetli hediyeler gönderiyor, her türlü erzak ve ihtiyaçlarını karşılamayı, kılavuzlar vererek onları emniyetli bir şekilde gidecekleri yere götürmeyi teklif ediyorlardı. Canlarını ve mallarını bu şekilde koruyacaklarını zannediyorlardı. Hâlbuki Haçlılar bu bölgeleri bilmedikleri için korku ve endişe ile hareket ediyor, hatta hangi yoldan gideceklerini günlerce tartışıyorlardı. Kurulacak pusular ve yapılacak baskınlara karşı hiçbir tedbirleri olmamasına rağmen, Müslüman aşiret reislerinin ve Emirlerin bu cömert yardımları sayesinde hiçbir zorlukla karşılaşmadan Kudüs'e doğru ilerlemeye devam ediyorlardı.
Bu şartlar altında 7 Haziran'da Kudüs önlerine gelen Haçlılar şehri kuşatmış, 5 hafta sonra 15 Temmuz'da surlardan içeri girmişlerdi. Yapılan büyük katliamı kendi tarihçileri bile dehşet içinde anlatmışlardı.
Haçlı Ordu vaizi ve tarihçi Raimundus Aguilers kitabına şunları yazıyordu:
“Mabetlerin bulunduğu mahalleye giderken cesetlerin ve dizlerime kadar çıkan kan birikintilerinin içinden geçmek zorunda kaldım. Şehrin sokakları kesilmiş kafalar, eller ve ayaklarla doluydu. Öyle ki yolda bunlara takılıp düşmeden yürümek çok zordu.”
Haçlı lideri Godefroi ise Papa'ya yazdığı mektupta şöyle diyordu:
“Kudüs'teki bütün Müslümanları katlettik. Bilginiz olsun ki, Süleyman Tapınağı'nda atlarımızın diz kapaklarına kadar Müslüman kanına batmış olarak ilerliyoruz.”
2 EKİM 1187
Selahaddin Eyyubi bir şehzade değildi. Babasından ona bir taht miras kalmamıştı. O, Nureddin Zengi'nin emrinde olan amcası kumandan Şirkuh'un ordusunda bir askerdi. Bir askeri, Kudüs Fatihi yapan en önemli sebep, ümmetin Kudüs şuuruna sahip olması ve Kudüs işgalini kendine dert etmesiydi.
Halepli neccarın hikayesi bize Kudüs fethinin şifrelerini vermektedir. Niye bir marangoz durup dururken işgal altındaki Mescidi Aksa için bir minber yapar? Cevaptaki inceliğe dikkat edelim:
"Kudüs elbet bir gün mutlaka yeniden fethedilecek. Ben asker değilim, savaşa gidemem. Ben bir sanatkârım. O halde Kudüs için ne yapabilirim, diye düşündüm. Haçlılar tarafından yok edilen minberin yerine, Mescidi Aksa'ya konulmak üzere bir minber yapmaya karar verdim. Benim elimden gelen budur. Kudüs'ü fetheden kumandan da minberi götürüp Mescidi Aksa'ya yerleştirsin."
Selahaddin Eyyubi, Miraç yıldönümünde (27 Receb 583) 2 Ekim 1187 Cuma günü Kudüs'ü fethettiği zaman, aynen ilk fatih Hz. Ömer (r.a.) gibi bütün gayrı müslimlere eman verdi. Mescidi Aksa'yı bütün şirk ve pislikten temizleyerek, Halepli neccarın yıllar önce sedir ağacından yaptığı musanna' minberi getirterek Kıble Mescidine yerleştirdi. 9 Ekim günü de Mescidi Aksa'da ilk Cuma namazı kılındı.
Müslümanlar her devirde içlerinden bir Selahaddin çıkardıkları gibi, elbette bu zamanda da çıkaracaktır. Önemli olan fert olarak o marangozun şuuruna ermektir. Selahaddin'e layık asker olabilmektir. Unutulmamalıdır ki, Selahaddin Eyyubi İslam birliğini sağlayarak ve Kudüs fethi idealini bütün ümmete yayarak Fatih oldu.