(Geçen haftaki yazımın devamı…)
Ocak 1980: ABD’nin bölge politikalarının mimarı Zbigniew Brzezinski Mısır’ı ziyaret etti. Bu ziyaretin ardından Afganistan savaşı için Arap destekçiler örgütlenmeye başlandı. Enver Sedat, ABD’nin Mısır’da bir üs kurmasına izin verdi ve Müslüman Kardeşler içinden seçilmiş bir grubu silahlandırdı. ABD özel kuvvetleri, kökten dinci militanlara bomba yapımı, sabotaj, kundaklama ve gerilla savaşı eğitimi verdi. ABD’nin eğitim verdiği kökten dinci militanlar arasında Usame Bin Ladin de bulunmaktadır, Bin Ladin Amerikalı yeşil bereliler ve deniz komandoları tarafından eğitilir. Sonraları El Kaide’nin omurgasını ABD’nin eğittiği bu kişiler oluşturacaktır.
Mart 1980: Sovyetlere karşı ABD Başkanı Carter RDF isimli askeri gücü kurdu. Başkan Reagan bu gücü CENTCOM adı altında daha da geliştirdi. Bu askeri güç 1990 Körfez Savaşı, 2001 Afganistan’ın işgali ve 2003 Irak’ın işgalinde komuta merkezi oldu.
1984: 1980’lerde ABD ordusunun eğittiği Usame bin Ladin ve Abdullah Assam, El Kaide’nin operasyonlarını yönetmek için Pakistan’da MAK isminde bir büro açtı. Kendi egemenlik alanını genişletmek, Sovyetlerin kaynaklarını tüketmek ve Sovyetleri Güneyinden kuşatmak için CIA’in radikal dinci Afgan militanlara verdiği destek kat kat arttı. Bu fonların menşei Suudi Arabistan’dı. Fonun parasıyla Afgan, Arap, Türk, Kürt, Boşnak, Çeçen, Uygur, dünyanın her yerinden Mücahitler ABD patentli bir eğit-donat programıyla eğitilmeye başlandı; “Yeşil Kuşak” olarak bilinen strateji uygulanmaya konuldu.
1997-1999: Taliban üyeleri ABD’de Nebraska’ya tatile gidip propaganda uzmanı ve çocuk kitapları üreten CIA’in finanse ettiği Thomas Gouttierre’i ziyaret etti. Afganistan ve Pakistan’da eğitim programlarında Thomas Gouttierre’in kökten dinci ve cihatçı söylemlerini içeren kitaplar yaygın bir şekilde okutulmaya başlandı. (Kaynak:Melanie Colburn, http://makaletr.com/2016/10/18/abd-nin-radikal-islam-ile-seytani-oyunu/ )
Sonrası malum. Sovyetler Birliği’nin çöküşünün ardından tam 10 yıl sonra, 11 Eylül 2001 saldırıları ile ABD ve Batı kendisine “terörizm”le savaş adı altında yeni bir düşman yarattı: islamiyet. ABD ve Batı’nın yıllardır finanse ettiği radikal islamcı militanlar ve örgütleri, siyasi parti ve liderleri bir anda “terörist” ilan edildi. Ardından da Afganistan, Irak, Libya ve Suriye birer birer işgal edildi. Her işgal kaos ve savaşı beraberinde getirdi.
“Mücahitlerin efendisi” Brzezinski, kendini ve kendisiyle aynı düşüncede olanları aklayıp zeytinyağı gibi üste çıkarmak için, olup bitenle ilgili kendisine sorulan bir soruya kendisi bir soru sorarak yanıt verir: “Dünya tarihine bakışta daha önemli olan hangisiydi, Taliban mı? Yoksa Sovyet imparatorluğu’nun düşüşü mü? Sorun yaratan birkaç Müslüman mı? Yoksa Orta Avrupa’nın kurtuluşu ve Soğuk Savaşın sonu mu?”
(Aktaran: Tarıq Ali, http://bianet.org/bianet/siyaset/4703-askeri-degil-siyasal-cozum )
Brzezinski’nin bu sorusuna sizlerin nasıl bir yanıt vereceğinizi bilmiyorum. Ama Amerikalı gazeteci Robert Dreyfuss bu soruya yanıt diyebileceğim bir çalışma yapmıştır. 2006’da kaleme aldığı “Devil’s Game/Şeytanın Oyunu” adlı eserinde CIA’in radikal islam’ı komünizme karşı kullanmasının Ortadoğu ve Asya’da islam adı altında terörün yükselmesine neden olduğunu belgeleriyle açıklamıştır.
1989’a gelindiğinde artık ABD’nin arzuladığı şeyler olmaya başladı ve 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılması ve ardından Sovyetler Birliği’nin dağılması sonucu anti-komünizm pik yaptı. ABD ve ABD’nin temsil ettiği anlayış zafer çığlıkları atarak “Tarihin Sonu” gibi tezlerle, Batı dışı sistem ve medeniyetlerin son bulduğunu, artık bütün alternatif sistem ve medeniyetlerin tarihin bu son devresinde Batı’nın üstün değerlerine boyun eğmek zorunda olduğunu ilan etti. Sonrasında Sovyetler Birliği’nin dağılmasının yarattığı boşluğu fırsat bilip sanki alternatifsizmişler gibi Dünya’nın jandarması olarak Birleşmiş Milletler üyesi egemen devletlerin topraklarına girdi. ABD’nin girdiği her yerde kargaşa ve savaş çıktı, şiddet günlük yaşamın bir parçası; kan, ölüm, göç acılı toprakların kaderi oldu. Aş, ekmek ve hürriyet kavgası rafa kalktı. Savaş dinsel, mezhepsel ve etnik renge büründü. işin en acıklı yanı ise, bir zamanlar kanlı siyasi darbeler ve kontrgerilla faaliyetleriyle sicili bozuk olan ABD’nin özgürlük ve demokrasiyi koruyan ve kollayan bir ülke gibi görülmeye başlanması oldu.
ABD ve Batı’nın oluşturduğu düşünceler ve sistem sanki evrensel standartmış gibi Dünya halklarına dayatıldı. Ve bu politikaların sonucu sürekli enerji kaynakları ve paralar Batı’ya, silahlar Doğu’ya aktı.
Bu akış hız kesmedi, devam etmektedir. 21 Mayıs 2017 tarihinde ABD Başkanı Donald Trump Suudi Arabistan’a yaptığı gezisinde, Kral Selman bin Abdulaziz ile 110 milyar doları silah olmak üzere 350 milyar dolar tutarında olan ABD tarihinin en büyük silah anlaşmasını imzalanması bunun kanıtıdır.
***
Sovyetlerin dağılmasının birçok nedeni var, sadece Zbigniew Brzezinzki ve benzeri ideologların planlarıyla olmadı dağılma. ikincisi, Kürt halkının gasp edilmiş haklarını elde etme mücadelesi Ortadoğu’da sürdürülen savaş denkleminin neresinde duruyor? Bu her iki derin mevzunun ayrı ayrı yazıların konusu olduğunu düşünüyorum. Kısmet olursa ileride bu konularda da bir şeyler yazmaya çalışacağım. Ama öncelikle yazımla alakalı bir soru sormak istiyorum:
Yıllardır Müslüman coğrafyasında süren bu kanlı savaşların, yıkımların, ilkelliklerin, yoksulluğun, kan ve gözyaşının nedeni ve suçlusu sadece ve sadece Amerika veya Batı mıdır? Yakındoğu ve Ortadoğu ülke yöneticilerinin, siyasi ve dini liderlerinin, halklarının hiç mi suçu yok?
ABD tarafından ekilen anti-komünizmin zehirli tohumlarının bir sonucu olarak her gün yüzlerce Müslüman başka Müslümanlarca öldürülüyorsa Müslümanlar suçu biraz da kendilerinde aramalıdır diye düşünüyorum. Hürmetlerimle…
e-posta: muslum.uzulmez@gmail.com
web: http://www.uzulmez.info/muslum