Bir seçimin sonuçları halkın eliyle kazanılmış ve kabul edilmiş ise muktedirlerin, iktidarların yapacağı tek şey buna uymaktır, durumu olduğu gibi kabullenmektir. Oy oranları birbirine yakın ise seçim sonuçlarına itiraz, partilerin, adayların doğal hakkıdır, çünkü bu durumlarda bazen değişikliklerin olduğunu, belediye başkanlıklarının ya da Milletvekilliklerinin el değiştirdiğine tanıklığımız var.
Ortada bir istanbul durumu var ki, çok özel bir durum. Kimse burayı kaybetmek istemiyor. AK Parti Genel Başkanının farklı zamanlarda 'istanbul'u kaybeden Türkiye'yi kaybeder' söylemlerini değerlendirdiğimizde, parlamenter sistemde çok da haksız olmadığını söylemek mümkün. Ancak, Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde durumun böyle olmadığını, belediyelerin değişiminin sadece 'El değiştirme' ile izah edilebileceğini söylemek, gerçeğe uzak bir ifade olmaz.
Son 5 yılda Türkiye'deki belediyeciliği değerlendirdiğimizde, yurttaşın değişime karar verdiğini, sonuçların birkaç sürpriz belediye dışında aynen böyle olacağı öngörülüyordu. Kayyum anlayışı ile başlayan 'Metal yorgunluk' gerekçesiyle devam eden başkanların görevden alınması/uzaklaştırılması süreci, yurttaşın iradesinin dışında gelişen bir duruma hitap etti. 31 Mart akşamı yurttaş kendi iradesini sandığa yansıttı; 'Belediyeler başarısız ya da başarılı, buna ben karar veririm' dedi. iktidarın, halkın bu mesajını çok iyi okuması, bundan sonraki süreci halkın iradesinin yansıması olarak dizayn etmesi gerekiyor ki ekonomiden siyasi yıpranmışlığa kadar toplumu rahatsız eden bütün olumsuzluklar onarılarak normalleşme sürecine girilebilsin. Demokrasi güçleri normalleşme sürecinin önünü açmıştır. Bütün mesele; bunu okumak, okuyabilmek, uygulama alanında hakkını verebilmektir. Bu görev, hem iktidarın hem de muhalefetindir.
**
Sözünü etmişken demokrasi güçlerinin kazanımına gelince; ideolojik olarak farklı düşünenlerin, tek tipçi yönetim anlayışına 'ders' vermek, ülkede herkesin kendini ifade ettiği, edebileceği demokratik bir zeminin oluşması adına sandığa yansıttığı iradenin ortaya çıkmasını demokrasi güçlerinin kazanımı olarak değerlendirmek gerekir. Özellikle sert eleştirilere rağmen Türkiye'nin demokrasisine katkı sunmak adına başarılı ve stratejik bir süreç izleyen HDP'nin, onunla birlikte HDP'ye oy vermedikleri halde bu sürece katkı sunan Kürt seçmenin tavrı, ciddi olarak analiz edilmesi, hakkının teslim edilmesi gereken bir yerde duruyor. Önemlidir, kıymetlidir, anlamlıdır. Tarafsız sosyologların, siyaset uzmanlarının 31 Mart akşamı sürece damgasını vuran Kürd seçmenin siyasi tercihini Türkiye'nin siyasi tarihinin sayfalarına not düşeceğinden hiç kuşkum yok. Adana, Antalya, Mersin, istanbul gibi kentlerin Kürd seçmenin tercihi ile demokrasi güçlerinin yönetmesine açtığı kapının ne kadar kıymetli olduğunu önümüzdeki süreçte çok daha net bir şekilde kavrayıp, anlayacağız.