Bir önceki yazımda ütopya ve karşı-ütopya/ distopya mevzusuna kısaca değinmiş ve sonrasında Çalışılmayan Bir Dünya kitabını baz alarak “her işi makineler yapacaksa insanlar ne yapacak?” diye sormuştum.
Bu yazımda ise Çalışılmayan Bir Dünya/Teknoloji, Otomasyon ve Çözüm Yolları(*) kitabına ilişkin düşüncelerimi ve sorduğum soruya yanıtımı yazacağım.
Çalışılmayan Bir Dünya kitabı isim olarak ütopyayı, içerik olarak distopyayı çağrıştırıyor gibi görünüyor, ama farklı bir şey. Daniel Susskind’ın tekno-ütopya diyemediğim bir anlatımla teknolojik gelişmenin sonucunda oluşacak bir tehdidi bir araştırmacı olarak verilerle anlattığı bir çalışma. Susskind, makineleşme ve teknolojik gelişmeleri yapay zekâyla ilişkilendirerek çalışma yaşamının nereye doğru gittiğini, teknolojinin yaratacağı olumsuz etkileri sorguluyor ve kendince çözüm yolunu gösteriyor. Anlatılanlar çalışma yaşamını bu nedenle çok yakından ilgilendiriyor.
Çalışılmayan bir dünya hayalperest bir varsayım gibi görünse de gerçekleşmesi yakın gelecekte olacak görünüyor. Dünyamız daha az işin söz konusu olduğu bir dünyaya doğru yol alıyor hızla. Şimdiden akıllı makineler ve insan ilişkileri yeni bir evreye girdi; makineler her şeyi insanlardan daha hızlı, daha çok ve daha iyi yapar bir duruma geldi/ geliyor. Emek Çağının sonuna yaklaştığımız bir dönem yaşıyoruz. Şayet bu tempoyla gidilirse çalışma yaşamı akıllı makinelerin hâkimiyetine geçecek ve makineler çalışanlara “buraya kadardı, durun!” diyecek.
Sigmund Freud insan mutluluğunun iki şeye bağlı olduğunu söyler: Aşk ve İş. Teknoloji her ikisini de insanların elinden alacak gibi görünüyor (s.236). Kurbanın kasabın peşinden gidişi misali bizler de şimdi nereye gittiğimizi tam olarak bilmeden teknolojinin peşinden gidiyoruz. Çalışma yaşamıyla teknoloji arasındaki bu ilişkiyi kurbağa-sıcak su ilişkisine benzetebiliriz. Makineler hemen birden değil, farkına vardırmadan, alıştıra alıştıra, sınır tanımadan insanların yaptığı işleri bir bir yaparak çalışma yaşamının vazgeçilmezi ve hâkimi oluyor. İnsanlara yapacak daha az iş bırakıyor ve “Teknolojik İşsizlik” tehdidi her geçen gün giderek artıyor. Bazı ekonomistler ise, bunu tersten okuyarak çalışmamaya yönelik istek ve eğilim olarak görmekte ve “işgücü kuraklığı” olarak tanımlamaktadır.
Nasıl tanımlanırsa tanımlansın gidişat gelecek günlerin biraz sıkıntılı olacağını gösteriyor. İnsanlar nasıl iş bulup çalışacak, ne üretecek, nasıl yaşamlarını sürdürecek? Ayrıca bu gidişatın neticesinde teknolojik işsizlik tehdidinin farklı bir boyutu daha ortaya çıkıyor. Teknolojik işsizlik insanları sadece gelir kaynağından değil, anlam ve önemden de mahrum bırakıyor; sadece işgücü piyasasını değil, birçok insanın yaşama amacını da ortadan kaldırıyor. Daha az işin söz konusu olduğu bir dünyada ekonomiyle ilgisi olmayan bir problemle daha karşı karşıya kalacağız: Temel kaynaklardan biri ortadan kalktığında hayatımıza nasıl anlam katacağız? (s.235)
Daniel Susskind bu konuda çok önemli bir başka tespit daha yapmaktadır: “Daha az işin söz konusu olduğu bir dünyaya yaklaştıkça, ekonomik yaşamlarımız da giderek büyük şirketlerin hâkimiyeti altına girecek. Bu şirketler, giderek büyüyen ekonomik güçleri sayesinde büyük bir siyasi güce de erişecektir. Sadece piyasadaki etkileşimleri, neler alıp sattığımızı şekillendirmekle kalmayacak, toplum halinde yaşantımızı ve politik hayvanlar olarak var oluşumuzu da şekillendirecek. Büyük Teknolojinin yükselişini ve giderek artan siyasi güçlerini anlamamız, iş yaşamının çöküşünü yorumlamamız bakımından büyük önem taşıyor çünkü daha az işin olduğu bir dünyada bu şirketleri kısıtlamak çok daha fazla çaba gerektirecek. İşin zorluğu, an itibariyle, nasıl bir çözüm bulacağımız konusunda hazırlıksız olmamız.” (s.215)
Hazırlıksız olmamız ve yapılacak işlerin azalması doğal olarak rahatsızlık veriyor. Böyle bir dünyada çalışma yaşamı, toplum sağlığı ve güvenliği nasıl sağlanacak? Buna nasıl bir çözüm bulunacak? Toplum olarak ekonomik refah nasıl paylaşılacak? Maddi refah daha adil bir şekilde nasıl bölüşülecek? Ve bunların çözümünde nasıl bir yöntem izlenecek?
Daniel Susskind sorunların çözümünü, daha doğrusu çalışamayanların ve işsizlerin de pastadan refah payını almaları için teknolojik gelişmeye uygun düşen yeni bir anlayışla yeni yasaların ve kurumların hızla oluşturulmasını ve bunun için de acilen kapsamlı bir çalışmanın yapılmasını öneriyor. Kapsamlı çözümü ise, devletin sönümlenmesi yerine, “Büyük Devlet”te görüyor: Teknolojik işsizlik sorununa “düzgün bir çözüm bulmak, refahı nasıl paylaşacağımız sorusuna iş ve işgücü piyasasının dayanmayan yeni yanıtlar bulmayı gerektirir. Gelecekteki bölüşüm problemini çözebilmek için işgücü piyasasının yerini alacak yeni bir kuruma ihtiyacımız var. Bu kuruma Büyük Devlet adını veriyorum,” diyor (s.183).
Büyük Devlet’i, kısacası gelir paylaşan devlet, sermaye paylaşan devlet ve iş gücünü destekleyen devlet olarak tanımlıyor (s.214). Gerekçelerini sunarak kendince bunun nasıl olacağını da anlatıyor. Bu anlatılanların ne kadarı kabul görür zaman bizlere gösterecek, ama beni pek tatmin etmedi bu “kapsamlı çözüm” ve “Büyük Devlet” önerileri; çünkü iyi niyetli, idealist ve gerçekçi olmayan bir anlayış söz konusu. Ayrıca “Büyük Devlet” isim olarak hem ürkütücü hem de hoş olmayan şeyleri çağrıştırıyor. Doğru çözüm ne derseniz, bilmiyorum. Bu işi en iyi işin erbabı bilim insanları bilir diye düşünüyorum.
Benim bildiğim bir şey var ama, sürecin Emek Çağını sonlandırmaya doğru gittiği; bize barış ve özgürlük içinde “Çalışmadan Yaşayacağımız Bir Dünya” için evrensel ölçekte yeni bir ütopyanın gerekli olduğu. Unutmayalım, hayalin hayali bile güzeldir.
Gelelim “her işi makineler yapacaksa insanlar ne yapacak?” sorusuna.
Sizlerin bu konuda ne düşündüğünü bilmiyorum. Önyargılarımızı ve varsayımlarımızı bir tarafa bırakıp olguları doğru değerlendirdiğimizde çok fazla tasalanmaya gerek olmadığını düşünüyorum. Yarın bugünden daha iyi olacaktır; hep olduğu gibi. Eski zamanlarda aile büyüklerimiz bizlere çalışmanın erdem ve gerekliliğini anlatmak ya da belletmek için; “Sen ağa ben ağa, inekleri kim sağa,” derdi. Şimdi devir zaman değişti, inekleri artık makineler sağıyor. Bu örnekten hareketle soruya yanıtım çok kısa ve basit olacak. Makineler şayet her işi yapacak ise, insanlar o zaman neden çalışmak zorunda olsun ya da neden çalışsın ki? Şimdiye kadar ağalar, beyler, patronlar çalıştı mı, yok! Tarih boyunca çalışanların sırtından geçinip keyif çattılar. Bundan sonra makineler sürekli çalışsa ve çalışmayanlar da burjuvalar gibi keyif çatsa güzel olmaz mı?
Ne dersiniz?
(*) Daniel Susskind, Çalışılmayan Bir Dünya/Teknoloji, Otomasyan ve Çözüm Yolları, Türkiye Teknoloji Geliştirme Vakfı, Çev: Taner Gezer, Hazırlayan Optimis Yayın Grubu, 2021, İstanbul, 342 sayfa.