Doğada ve sosyal yaşamda her şey nicel bir birikimin sonucunda gelişir ve niteliksel dönüşümü yaşar; hiçbir olay, oluşum ve gelişme nedensiz değildi ve hiçbir şey tek bir nedene de bağlı değildir. Yaşamın içinde, insanların bulunduğu çevrede binlerce değişik dış etken vardır. Bu nedenle, insanların hayal dünyası ve başarısı da evrim yasası gereği iç ve dış etkilerle bağlantılı olarak süreç içinde gelişir. Bu, insan belleğindeki bilgilerin zor ve uzun sürede oluşması ve değişmesi nedeniyle yıllarca sürebilir.
Bu süreç herkes için geçerlidir. Ultra başarılı insanların, daha doğrusu “çizginin dışında” olanların durumu da bu süreçten bağımsız değildir. Bu tip insanları yakından, tüm yönleriyle incelediğimizde onların başarılarının arkasında birçok şeyin yattığını görürüz. İnsanların genetik yapıları, IQ’ları, ailenin ekonomik ve kültürel durumu, sosyal çevresi, çevresel faktörler, aldığı eğitim, bulunduğu coğrafya, milliyeti ve inancı, cinsiyeti ve yaş durumu, dönemin tarihsel özellikleri ve zamanlama, yetenek, merak, tutku, hırs, çok çalışma, şans/ talih ve fırsat gibi etkenlerden biri veya birkaçının birlikte olması, insanların başarılı olmalarını ya da olmamalarını belirler. Bu nedenle, yaşam ağı içinde olup biten her şeyi “bağlantısal bütünsellik bilimsel yöntemi ile”(1) değerlendirmeliyiz.
“Bazı İnsanlar Neden Daha Başarılı Olur?” sorusunu da bu bağlamda düşünmeliyiz.
ABD’li yazar ve gazeteci Malcolm Gladwell de, Outliers/Çizginin Dışındakiler(2) isimli kitabında, bu soruyu soruyor ve ikna edici, akıcı, güzel bir anlatımla bazı yaşanmış hikâyeler anlatarak böylesi insanların başarılı olmalarındaki “sırları” aralayıp nedenleri sıralıyor. Potansiyel yanıtların ötesine bakarak tatmin edici gerçek yanıtları yaşam hikâyelerinin satır aralarından bulup çıkarmaya çalışıyor.
Malcolm Gladwell sıradışı şeyler yapan insanları anlatırken; “sizi birbiri ardına farklı farklı türden ‘çizginin dışındakiler’le tanıştıracağım” diyor ve sonrasında: “Dahiler, zengin ve güçlü iş insanları, rock yıldızları ve bilgisayar programcıları. Dikkate değer bir avukatın sırlarını açığa çıkaracağız, en iyi pilotları kaza yapan pilotlardan ayıran şeylere bakacağız ve Asyalıların neden matematikte bu kadar iyi olduğunu anlamaya çalışacağız. Aramızda dikkate değer –beceri sahibi, yetenekli ve azimli- olanların yaşamlarını incelerken, başarının anlamı hakkında büyük bir yanılgıya düştüğümüzü ileri süreceğim,” (s.21) diyor ve başarıya dair yapılan çokça açıklamanın ikna edici olmadığını söylüyor. “İnsanlar yoktan var olmaz. Soy sopa ve himayeye bir şeyler borçluyuz”(s.22); “onların hikâyelerini gerçekten farklı kılan olağanüstü yetenekleri değil, karşılaştıkları olağanüstü fırsatlar” (s.50) olduğunu belirtiyor. Bu tip insanların “tarihin ve toplumun, fırsatın ve mirasın eseri” olduğunu aile, kültür ve sınıf açılarından açıklıyor.
Bir insan bir işi ne kadar çok yaparsa beyni o iş için o kadar fazla hücre görevlendir. Thomas Edison da, “Dehanın yüzde 1’i esin, yüzde 99’u alın teri”(3) olduğunu belirtir; ampulü 1000’den daha fazla denemenin sonucunda ancak başarıya ulaşır. Malcolm Gladwell de Edison’un pratiğini doğrularcasına başarılı insanların her birinin “özel yerlerin ve ortamların ürünü” olduğunu belirtirken günümüzde artık kendi ismiyle birlikte anılan ünlü “10.000 saat kuralı”nı ilk defa bu kitabında paylaşıyor. Uluslararası kıymette bir ürün ortaya koyabilmek için bir kişinin o konuda en az 10.000 saat zihin ve emek yoğunlaşması yaşaması gerektiğini söylüyor (s.39). Kısacası, hiçbir şey gökten zembille/ sepetle inmiyor, “armut piş ağzıma düş” olayı yok! Yoğun emek, bitmez istek, tükenmez merak, hırs ve dönemin tarihsel özelliğinin iyi bir fırsat oluşturması ancak insanı başarıya götürebilir diyor, o da bazen.
Nasıl hiçbir şey kendiliğinden oluşmuyorsa başarılı insanın ortaya çıkışı da kendiliğinden olmaz, “öngörülebilir ve güçlü bir dizi koşul ve fırsatlardan ortaya çıkar.”(s.127) Örneğin Bill Gates: Büyük babası bankacı, babası ünlü zengin bir avukat, annesi bir bankerin kızı. Yedinci sınıftayken devlet okulundan alınıp seçkin ailelerin çocuklarına hizmet veren bir okula gönderilir. İkinci yılının ortalarındayken bu okulda bilgisayar kulübü kurulur. Okul aile birliğinin kermesten elde ettiği 3.000 dolar gibi bir parayla okulun küçük bir odasına zamanın bilgisayarlarından çok ileride olan “eş zamanlı” bir bilgisayar terminali kurulur. O dönem, yani 1968’de ABD’de çoğu üniversitenin bile henüz bilgisayar kulübü yoktur. Zeki ve çalışkan sekizinci sınıf öğrencisi Bill Gates okulun bilgisayar
odasından çıkmaz, sürekli çalışır. Ardından bu işlerle alakalı bir firmada çalışır ve “kod”lamayı öğrenir. Sonrasında şansını denemek için arkadaşlarıyla birlikte kendi şirketini kurar ve Harvard Üniversitesi’nden ayrılır. Üniversiteden ayrılma sebebi, o döneme kadarki pratikleri ve öğrendikleri sonrasında Harvard’dan bilgisayarla ilgili öğrenebileceği başka yeni bir şey kalmamış olduğuna inanması ve pratikte 7 yıl programlama yapmış olmasıdır. Toplamda 10.000 saatin üzerinde bir deneyime sahip olmanın vermiş olduğu güvenle zamanı geldiğine inandığı anda Microsoft şirketini kurar. Kişisel bilgisayar devrimi gerçekleştiği dönemle, doğuştan sahip olduğu ve kendisine sunulan imkânlar nedeniyle bu işe çok önceden hazır bir konumda oluşu örtüşünce Bill Gates bir numara olma şansını yakalar (s.47-50).
Malcolm Gladwell kitabın sonlarında Bill Gates örneğinden hareketle can alıcı bir soru sorar ve vicdanen olması gerekeni dile getirir: “Eğer bu olanak bir milyon gence sunulmuş olsaydı, bugün kaç Microsoft’umuz daha olurdu? Daha güzel bir dünya yaratmak için, bugün başarıyı belirleyen şanslı farklılık ve keyfi avantajların yerini, fırsat eşitliğinin egemen olduğu bir toplum almalı. (...) Şimdi yeteneklerin her alanda ve her meslekte bu yolla filizlendiğini düşünün. Dünya yetindiğimizden çok daha zengin bir dünya olabilirdi,” (s.218) diyor.
Malcolm Gladwell, bireylerin ve toplumların ruhi biçimlenmesinde çok önemli bir etkiye sahip olan “kültürel miras” olayını kitabın ikinci bölümünde örneklerle anlatırken, bireylerin bağlı oldukları toplumların kültürel miraslarından muaf olamayacağını belirtir: “Hepimiz kendimize özgü bir kişiliğe sahibiz. Ancak içinde büyüdüğümüz toplumun geçmişinden gelen eğilim, varsayım ve refleksler bu kişiliğin üzerinde yer almaktadır ve bu farklılıklar olağanüstü spesifiktir.” (s.166) Kim olduğumuz nereden geldiğimize bağlıdır. Kültürel miraslar etkili güç niteliğinde olup kalıcı özelliktedir. Derin köklere sahip ve uzun ömürlüdür. Kuşaktan kuşağa direnir, onları yaratmış olan ekonomik, sosyal ve demografik koşullar ortadan kalktığında bile neredeyse hiç bozulmaz, tavır ve davranışları yönlendirmekte öyle bir rol oynuyorlar ki onlarsız dünyamıza bir anlam vermek olanaksızdır (s.144).
“Kültürel miras” olayına böyle bakınca, zihin akışının önünde kültürel barajların oluşturulması nedeniyle bizim durumumuz biraz iç açıcı gözükmüyor. Dünya Sanat ve Bilim Akademisi üyesi Prof. Türker Kılıç’ın belirlemesi de dolaylı olarak bunu doğrular mahiyette. Yaşadığımız toplumdaki mevcut kültür: “Yeni bir çare ya da buluş düşününce ‘icat çıkarma’, duygulanıp yazınca ‘edebiyat yapma’, düşünüp sorgulayınca ‘felsefe yapma’, çoğunluk vasata yanlışsınız deyince ‘hariçten gazel okuma’, avam kalabalıkta özgüvenle yürüyünce ‘artistlik yapma’, bir şeylerden rahatsız olup neden böyle diye sorunca ‘caz yapma’ diye zihin akışına baraj koyar vasatın ödüllendirdiği kültür”dür. (Türker Kılıç, s.65.)
Zihin akışına baraj konulduğunda insanların düşünce ve hayalleri doğal olarak kıt, bilim ve teknolojik gelişmeye katkıları sınırlı olur. Böyle bir kültürün egemen olduğu bir yerden “çizginin dışındakiler”, yani mucit ve bilim insanları çıkar mı? Elbette çıkar, ama çok az çıkar.
Dipnotlar:
(1) Türker Kılıç, Yeni Bilim: Bağlantısallık Yeni Kültür: Yaşamdaşlık, Ayrıntı Yayınları, 2022, İst., s.81.
(2) Malcolm Gladwell, Outliers (Çizginin Dışındakiler), Çev: Aytül Özer, MediaCat Kitapları, 2022, İst.
(3) Aktaran: Ann Mei Chang, Yalın Etki, Çev: Ümit Şensoy, TTGV, 2019, İstanbul, s.33.