Advert
Öfkelilerin Öfkesi: “Yeraltı Edebiyatı”
Müslüm Üzülmez

Öfkelilerin Öfkesi: “Yeraltı Edebiyatı”

Bu içerik 2036 kez okundu.

Okuduğumuz bir kitap bazen hafızamızda kayıtlı yaşanmışlıkları anımsatıp anlatmamıza neden olabilir. Robert Darnton’un Eski Rejimde Yeraltı Edebiyatı(*) isimli kitabını elime alıp okumaya başlayınca illegal yayınlarla tanışmam geldi aklıma ve sayfaları çevirdikçe de zihnimde kendi yaşadıklarımla 1789 öncesi Fransa’sındaki yaşanmışlıklar çakışıp beni çok eskilere götürüp bu yazıyı yazmaya yöneltti.

1970’li yılların başlarında Ankara’da yüksekokul okurken yeraltı, yani illegal/gizli yayınlarla tanıştım. Bunlar, sol siyasi örgütlerin veya öğrenci gruplarının belli konularda yayınladıkları bildiri ve broşür benzeri yayınlardı. Okul ve işyerlerindeki mevcut sorunlarının giderilmesine, direniş ve grevlere veya bazı siyasi taleplerin duyurulmasına yönelik ya da sol devrimci siyasi oluşumların sıkıyönetim mahkemelerinde yaptıkları savunmalara, gözaltlarında yapılan işkencelere ilişkin açıklamalardı çoğunlukla. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamlarının durdurulmasına yönelik dağıtılan bildirileri örnek verebilirim.

Sonra Türkiye Komünist Partisi saflarında çalışmaya başlayınca illegal yayınlardan başta TKP’nin merkez yayın organı aylık Atılım gazetesi ve yurtdışından gönderilen bazı broşürlerle tanıştım, ama “edebi türden” hiç bir yayınla karşılaşmadım. Bizden önceki komünist kuşakların anı ve romanlarında anlattıkları gibi edebi eserlerin, Nazım Hikmet’in şiirlerinin elle veya daktiloyla çoğaltıp gizlice elden ele dolaştırılması artık çok gerilerde kalmıştı. Nazım Hikmet’in şiirleri de dâhil “sakıncalı” olarak nitelendirilen edebi eserlerin birçoğu artık yasal olarak yayınevlerince basılıp kitapçılarda satılıyordu. Ama değişik Avrupa ülkelerinde TKP’ye yakın faaliyet gösteren işçi ve öğrenci örgütlerinin çıkarmış oldukları sakıncalı gözüyle bakılan birçok gazete, dergi, bülten ve kitapçık farklı kanallardan Türkiye’ye yaygın bir şekilde geliyordu. Bu gelen yayınlarda çoğu kez şiirlere, öykülere yer verilse de bunlar edebi türden yayınlar değildiler; siyasi içerikte belli talepleri dile getiren veya bazı uygulamaları/ olayları eleştiren ya da protesto eden ajitasyon ağırlıklı propaganda nitelikli yayınlardı. Parti üyesi olarak illegal faaliyette bulunduğum dönemde “örgütsel doküman” haricinde ne biz TKP’lilerin ne de diğer sol sosyalist ve devrimci Kürt hareketlerinin Türkçe yazılı edebi türden yayınlara yönelik herhangi bir yeraltı çalışması veya yayın dağıtım faaliyetleri olduğuna dair bir şey hatırlamıyorum, olmuşsa da görmedim ve duymadım.

Ama Diyarbakır’da 1970’li yıllarda Balıkçılarbaşı’nda Vakıflar İşhanı ve çevresinde faaliyet gösteren birçok işyerinde ve seyyar satıcıda el altından Suriye başta olmak üzere farklı ülkelerde kaydedilmiş Kürtçe kasetler; Latin ve Arap harfleriyle basılmış Kürtlerle ilgili her türden Kürtçe ve Türkçe kitap ve broşürler dağıtılıyor ve satılıyordu. Ankara’da aynı okulda aynı bölümü birlikte okuduğum arkadaşım Hanili Ekrem A. ile 1975’te bir yaz günü Vakıflara ait çarşıda gezinirken bana Suriye’de Türkçe basılmış Dr. Nuri Dêrsimi’nin Kürdistan Tarihinde Dêrsim kitabını alıp hediye etmiş ve o zaman, başta Ehmedê Xanî’nin Mem û Zîn eseri olmak üzere Kürt edebiyatı ve tarihine ilişkin birçok yayının gizlice satış ve dağıtımının yapıldığını açıklamıştı. O zaman, bu yayınların nerelerde basıldığı, hangi dilde basıldığı, nasıl dağıtıldığı ya da satıldığı, yazım türü ve nitelikleri hakkında gerekli bilgileri not alma aklımdan geçmediği için, şimdi bunların Robert Darnton’un tanımladığı türden “yeraltı edebiyatı” kapsamında olup olmadıkları konusunda bir şey söyleyemiyorum.

Diyarbakır’da tezgâh altından yapılan bu dağıtım ve satışlar da zaten fazla uzun sürmedi, 12 Eylül 1980’de Silahlı Kuvvetler yönetime el koyunca Türkiye genelinde basım-yayım tümden hüsrana uğradı: Karabulutlar gökyüzümüzü kapladı. Bu karanlık günlerde sadece illegal yayınlara değil, sol içerikli ve Kürtlere dair tüm yayınlara el konuldu, toplatıldı, bulunduranlar gözaltına alındı ve yargılandı. Korku düşüncesinin uyandırdığı kaygı nedeniyle kitap bulunduranların birçoğu da kendilerine veya tanıdıklarına ait kitapların çoğunu sakladı, yaktı, imha etti: Soba ve kalorifer kazanlarında yakılan kitap, dergi, bildiri, afiş ve fotoğrafların kara dumanları 12 Eylül’ün karanlık yüzünü gösterircesine bacalardan yükselerek kentleri nefessiz, dönemin yöneticilerinin yüzlerinde kara leke bıraktı.

Sözü daha fazla uzatmayıp yazıya konu olan kitaba gelelim. Amerikalı akademisyen Robert Darnton, Eski Rejimde Yeraltı Edebiyatı adlı kitabında 1789 Fransız Devrimi öncesindeki “yeraltı edebiyatı”nı anlatıyor. Kitapta anlatılan “yeraltı edebiyatı”, benim yukarıda anlatmaya çalıştığım siyasi içerikli “illegal yayın”lar ve 19. yüzyılın ortaları ile 20. yüzyılın başlarında oluşmaya başlayan ve alkolizmin, cinselliğin, sıradışılığın, küfrün dışa vurumu olan, Henry Miller, Oğuz Atay ve Metin Kaçan gibi yazarların da içinde yer aldıkları “yeraltı edebiyat akımı”na ait eserlerle hem tarihsel dönem hem de mahiyeti itibariyle çok farklı şeyler, ama yine de bazı ortak yanlarının var olduğuna inanıyorum. Robert Darnton önsöz’de kitabına dair şunları yazıyor: “Edebi yeraltını işgal eden barok karakterleri araştırırken bazı klasik tarihsel sorunlarla karşılaştım. Aydınlanma Fransız toplumuna ne kadar derinden nüfuz etmişti? Radikal fikirler Eski Rejim’in yıkımına ne ölçüde katkı sağlamıştı? Fransa’da Aydınlanma ile Devrim arasındaki bağlantılar nelerdi? Yayıncı arşivleri üzerinden tekrar ele alındığında, bu sorular ders kitaplarındaki formülasyonlara kıyasla daha elle tutulur ve ayakları yere basar görünüyor. Kesin olarak yanıtlanamasalar bile, yönetilebilir parçalara indirgenmeleri ve bir dizi vaka çalışması olarak anlatı biçimde ele alınmaları mümkün. Elinizdeki kitap işte bu vakaları sunuyor.” (s.10)

Kısacası, Robert Darnton bu çalışmasında tarih yazım yöntemine farklı bir açıdan yaklaşıyor ve bilinenin tersine, Fransız Devrimi’nin yaratıcılarının Voltaire, J. Jacques Rousseau, Diderot gibi büyük filozoflar olmadığını, “yeraltı edebiyatı” yazarları olduğunu ileri sürüyor. Kitabında, arşivlerdeki “vakaları” inceleyip 1789 Fransız Devrimi öncesinde sınır ötesinde basılan ve kaçak yollarla başta Paris olmak üzere Fransa’nın çeşitli şehirlerinde dağıtılan, el altından satılan kitapları, kitap türlerini ve bu kitapların yazar ve okurlarını ve bu sektörden para kazananları anlatıyor. Devrim öncesi dönemde birçok aristokrat aile çocuğunun felsefeci ve yazar olmak için Paris yollarına düştüğünü, ama çoğunun umduklarını bulamadıklarını ve “edebiyatın ayaktakımı” olduklarını, hatta bunlardan birkaçının casusluk, polise çalışma ve dolandırıcılık gibi hoş olmayan durumlara bile savrulduğunu belirtiyor.

Ne olurlarsa olsunlar, yazmanın şeytani kudretinin baştan çıkardığı bu “edebi eşkıyalar” engin çeşitlilikteki eserleri durmadan kaleme alırlar. Dudak ısırtan cinsten saray entrikalarını, kralların cinsel yetersizliklerini ya da fantezilerini; özgürlük, eşitlik, adalet ve tarihe dair metinler, hikâyeler, romanlar, ansiklopediler yazarak Eski rejimin altını oymada çok büyük bir rol oynarlar. Kendi adlarıyla ya da başka adlarla yazdıklarını veya başka yazarların kitaplarını değiştirerek, korsan baskılarını yaparak okuyuculara ulaştırmanın yollarını ararlar. Tüm engellemelere karşın elden ele dolaşan ve korsan dağıtılan bu metinler öfkelilerin öfkesini dile getirir. Günü saati geldiğinde de öfkelilerin yarattığı ihtilalci öfke dalgası Saray’ı sallar, Devrim’in sarsıntısı sadece Fransa ile sınırlı kalmaz tüm dünyayı etkiler. Felsefeci olmanın hayaliyle yola çıkanlar farkında olmadan büyük kahramanlıklar yaparlar ve yine farkında olmadan devrimin halk yığınlarınca sahiplenilmesine neden olurlar. Günümüzde bunların çoğunun adları pek bilinmiyor, ama o döneme ait polis ve hapishane arşivlerinde gerçek ya da takma adlarıyla tozlu dosyalar arasında kayıtları öylece duruyor.

Devrimin harlı ocağına bir zamanlar sayfalar dolusu ateşli sözcük taşıyanların bugün adlarının bilinmemesi yürek burkucu acı bir gerçek, buna karşılık gezegenimizde ilkokulu bitirmiş her insanın dünyanın kaderini değiştiren 1789 Fransız Devrimi’ni bugün biliyor oluşu da bir başka gerçek. Böylesi tarihsel acılar karşısında her zaman menzile odaklanıp Furûğ Ferruhzâd’in dizelerini hatırlarım:

Kuş ölür, sen uçuşu hatırla”.

DİĞER YAZILAR
Sende Yorumla...
Kalan karakter sayısı : 500
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİRX
Naci Görür’den deprem sonrası korkutan paylaşım
Naci Görür’den deprem sonrası korkutan paylaşım
Eş Başkan Şiyar Güldiken  davul zurna ile karşıladı
Eş Başkan Şiyar Güldiken davul zurna ile karşıladı