1962 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Amerikalı yazar John Steinbeck’in Gazap Üzümleri, Bitmeyen Kavga ve daha birçok kitabını okumuştum ama Rusya Günlüğü(1) adında bir kitabının olduğunu bilmiyordum. Oğlum Utku yılbaşında yanıma geldiği zaman, okumam için getirdiği kitaplar arasında görünce haberim oldu.
John Steinbeck ve fotoğrafçı Robert Capa İkinci Dünya Savaşı sonrasında yaşanan “soğuk savaş” nedeniyle Sovyetler Birliği ile Amerika Birleşik Devletleri arasındaki gerilimin artmaya başladığı bir zamanda, 1947 yılında, “kendi gözümüzle görelim” diyerek Sovyetler Birliği’ne gidip iki ay kalırlar. Moskova’yı, Stalingrad’ı, Kiev’i ve Gürcistan’ı dolaşırlar. Siyasi konulara, büyük meselelere girmeden, Kremlin’den, askerî yetkililerden, askerî planlardan uzak durarak Rusya halkına ulaşmak isterler. Rusların ne yiyip içtiğini, nasıl yaşadığını, nasıl dans ettiklerini merak ederler.
Kitap, gezi esnasında Steinbeck’in tutuğu günlüklerden ve Capa’nın çektiği fotoğraflardan oluşuyor. Steinbeck; “Muhtemelen insan için en zor şey, olanı olduğu gibi görmek ve kabul etmek. Gördüklerimizi hep umutlarımıza, beklentilerimize ve korkularımıza göre eğip büküyoruz. Rusya’da beklentilerimize uymayan pek çok şey gördük, bu yüzden de yanımızda fotoğraf makinesi olması iyi bir şeydi. Çünkü fotoğraf makinesinin önyargıları yoktur, ne görürse onu kaydeder,” diyor doğru bir tespitle. (s. 46) Ama izlenimleri hiç de öyle değil, objektif bir yaklaşımla yazmış gibi görünse de, kabahat bulmaya meyilli Batı’nın üstenci anlayışıyla kaleme alınmış. Ama anti-komünist değil, sözcükler usta işi özenle seçilip ölçülü ve eleştirel yaklaşımla, bazen de yeri geldiğinde mizah katık yapılarak yazılmış.
Kitabı okurken doğrudan bir alakası olmasa da tarihî Türkiye Komünist Partisi’nin bir mensubu olarak acı buruk bir tat aldım, hüzünlendim, kendime kızdım. Aynı duyguları daha yüksek dozda 2015 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Svetlana Aleksiyeviç’in İkinci El Zaman/ Kızıl İnsanın Sonu(2) ve Gün Zileli’nin Sovyetler Birliği’nde Devlet Terörü ve Gulaglar(3) kitaplarını okurken de yaşamıştım. Nedeni, hayatımın en güzel döneminde daha güzel bir dünya hayaliyle yaptığım politik bir tercih sonucu hayatımın en önemli oyununu oynamış olmam ve hevesle oynadığım bu harika tangonun hiç arzu etmediğim bir şekilde hüsranla bitmiş olmasıdır. Nasıl da yanılmışım? Bir komünist olarak geçmişte matematiksel bir doğruymuş gibi Sovyetler Birliği’ni sarsılmaz bir inançla savunmuş, onun geleceğin dünya devletinin çekirdeği, dünya devrimci hareketinin merkezi ve dünya komünist hareketinin yıkılmaz kalesi olarak görmüştüm. Ama hiç akıllara gelmeyecek bir şekilde, dıştan gelen hiçbir saldırı olmaksızın bu merkez kale kendiliğinden yıkıldı. Doğal olarak komünistler yıkılan kalenin enkazı altında kaldı. Sadece komünistler kalmadı, tüm ilerici-devrimci sol hareketler de kaldı. Sonrasında öyle rezil bir noktaya gelindi ki, bir zamanlar örnek model diye sunulan ve benim de cazibesine kapıldığım ilham veren yanılgım Sovyetler Birliği’nin eski iki sosyalist cumhuriyeti, Rusya ve Ukrayna bir yıldır sürekli savaşıyor: Ne hazin bir durum! Necdet Rüştü Efe’nin sözlerini yazdığı ve Necip Celal Andel’in bestelediği tangoda söylendiği gibi: “Mazi Kalbimde Bir Yaradır”.
Beni yaralayan, ruhumu inciten sadece hayallerimin yıkılması, yenilgimiz olmadı. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra ortaya çıkan akıl almaz uygulamaları ve komünistlere reva görülen trajedileri öğrenmem oldu: Kızılyıldız’ın parıltısı gözlerimi fazla kamaştırmış olmalı!
Bugün geriye dönüp baktığım zaman çok fazla yanıldığımı söyleyebilirim. Ama bu yanılgı bireysel değil, tüm dünyayı kapsayan kolektif bir yanılgıdır. Kolektif olsa bile yine de mümkün olsaydı bu yanılgımı unutmak isterdim, fakat mümkün değil. Yunan mitolojisindeki yeraltı dünyasında akan ve ölülerin dünyasına girmek için ölü ruhların geçtikleri Lethe ırmağı gibi bir ırmağımız yok ki suyunu içince geçmişe dair her şeyi unutalım. Bazı şeyler maalesef unutulmuyor. “Unutabilmek daima insanın nasıl hatırladığına bağlıdır; lakin insanın nasıl hatırladığı da yine her zaman, onun gerçekliği bizzat nasıl yaşadığına bağlıdır. Umudun hızıyla karaya oturan onu, unutmak elinden gelmeyecek şekilde anımsar.”(4)
Ama anımsadıklarım hiç iç açıcı değil; düşüncem ve amacım uğruna varlığımı heba ederken olacakları öngöremedim, daha doğrusu akıl edemedim devrimlerin donup katılaşacağını, tutuculaşacağını; bilimsel olduğu söylenen o muhteşem teorilerin hayatta bir karşılığının olamayacağını. Kendimi büyüklerden büyülü diyarlara dair çok güzel büyüleyici masallar dinleyip uyutulmuş gibi hissediyorum.
Beni üzen bu yanılgıma dair kardeşim Ali Haydar Üzülmez’e yazdığım 2 Ekim 2021 tarihli mektubum içten gelen samimi duygularımı yansıttığı için paylaşmak istiyorum:
“Sevgili Kardeşim Ali Haydar;
Svetlana Aleksiyeviç’in İkinci El Zaman-Kızıl İnsanın Sonu ve Gün Zileli’nin Sovyetler Birliği’nde Devlet Terörü ve Gulaglar(4) kitaplarını okudum, senin de okuman için gönderiyorum.
Kitapları okumadan önce bazı şeyleri tam olmasa da bölük pörçük biliyordum. Ama kitapları okuyunca düşüncelerim biraz daha netleşti. Kısaca:
1. SSCB’de yaşananlar karşısında insanın ‘bu kadar da olmaz’ diyesi geliyor. Düşünsene, komünist parti komünistlere karşı tuzak kuruyor ve komünist komünistin kurdu olmuş,
2. Kitaplarda verilen rakamlar ve anlatılanlar abartılı olabilir, ama olayların kendisi ve biçimi çok düşündürücü. Ekim Devrimi sonrası Lenin’le başlayan süreçte, özelikle de Stalin döneminde Sovyet Devrimi’ne katılmış nerdeyse hiçbir devrimci/ komünist sağ bırakılmamış, SSCB’nde düşünce üreten kadrolar tümden yok edilmiş,
3. ‘Demir yumrukla götüreceğiz insanı mutluluğa...’(5) denilerek; çalışma kampı, tek tip eğitim, propaganda, açlık ve sopa etkisiyle insanların ruhu zincire vurulup yaşam askıya alınmış, insanlar gölgesinden korkar olmuş. Haksızlıklar karşısında ses çıkarmama yaşam biçimine dönüşmüş. Sonuçta alkol, yılgınlık, muhbirlik ve komünist gibi görünme yaygınlaşmış. Devrimci hayaller ve ütopyalar böylece komünistlerin kanında boğulmuş ve komünist sistemin yıkılması ta en baştan kaçınılmaz kılınmış. Ve bu gidişat nihayetinde ‘Kızıl İnsanın Sonu’nu getirdi: SSCB yıkıldı ve enkazdan başka geriye bir şey kalmadı. Geçmişte uygulanan akıl dışı uygulamalar ve bu yıkım sadece SSCB’nin değil, dünya komünist/ devrimci hareketinin kaderini değiştirdi,
4. Biz, geçmişte SSCB’ni hem alkışladık, hem savunduk: Fena yanılmışız! Yanılgımız bizim kendi suçumuz olmayan türden olsa bile, yanılgıya meydan vermiş olmamız yine de kendi eksikliğimiz. Kürt nüfusun çoğunlukta olduğu bir taşra kasabasında doğup büyümenin, aileden gelen kültürel mirasın sınırlı oluşunun, sosyalizme ve dünya sosyalist hareketine yeterince vakıf olamayışın, Avrupa dillerinden hiçbirini bilmeyişin olası etkilerini küçümsemiyorum ama bizimkisi daha çok kitabî bilgilere safça inanmaktan kaynaklandı. Analitik düşünmeyi refleks edinmeden körü körüne kitabî bilgilere, Moskova kaynaklı söylemlere inanmamız ve Parti’ye aşrı güven duymamız buna neden oldu diye düşünüyorum. Tabii ki ‘soğuk savaş’ ve anti-komünizmin de bunda büyük bir payı var,
5. Berlin Duvarı yıkılınca her şey apaçık ortaya çıktı, pislikler bilinir oldu. Bizler ‘aldatılmış’ komünistleriz, bilgisizliğimizden cellatları savunmuşuz; cellatlar umutlarımızı kuşatmış, düşünce ve yürüyüşümüzde bizlere ‘yoldaş’ olmuş,
6. Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi’nin en kötü döneminde burada defalarca zulüm gören iki kardeş olarak, biz, Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi’nden yakınıyoruz; yıllardır hak, hukuk, adalet ve insan haklarını savunarak cezaevinde yapılan işkenceleri, uygulamaları kamuoyuna anlatmaya çalışıyoruz. Meğer beterin de beteri varmış, övündüğümüz SSCB’nin saklı arka yüzüne bir bak: Tam bir facia! Mezbahada hayvan boğazlar gibi ‘halk düşmanı’ kisvesi altında komünistler ve devrimciler ‘kurban’ edilmiş,
7. Kardeşim, tek tesellim bizlerin pis ve yanlış işlere hiç bulaşmamış olmamız. Ta baştan, insanî ve ahlaki değerleri rehber edindik, vicdanımızın sesine uyduk, mazlum insanların ve halkların yanında olduk, özgürlük ve demokrasi istemimizi de her koşulda haykırdık ve bunların bedelini de çok ağır ödedik. En önemlisi de bugüne dek devrimci duruşumuzu ve onurumuzu korumasını bildik!
Gözlerinden öpüyorum.
Aben/ Müslüm Üzülmez/ 2 Ekim 2021”
-------------------------
(1) John Steinbeck, Rusya Günlüğü, Çev: Deniz Keskin, İletişim Yayınları, 2022, İstanbul.
(2) Svetlana Aleksiyeviç, İkinci El Zaman/ Kızıl İnsanın Sonu, Kafka-Epsilon Yayıncılık, Çev: Sabri Gürses, 2020.
(3) Gün Zileli, Sovyetler Birliği’nde Devlet Terörü ve Gulaglar, Kaos Yayınları, Nisan 2021, İstanbul.
(4) Søren Kierkegaard, Ya/Ya Da, Alfa Yayınları, Çev: Nur Beier, 2020, İstanbul, s.383.
(5) Sıkça kullanılan bir Sovyet sloganı. Aktaran: Svetlana Aleksiyeviç, s.386