Arkadaşım edebiyat öğretmeni Ali Ekber Pekşen’den harika bir yazı aldım. Kendisi İstanbul Kadıköy’de bir dönem müfettişlik, emeklilik sonrasında ise özel bir dershanenin Türkiye koordinatörlüğünü yapan Hocamın “Eğitim Aykırı İnsanlar Yetiştirmeli” başlıklı yazısını eğitimde müfredat ve yeni derslerin eklenip, çıkarılmasının tartışıldığı bu günlerde sizlerle paylaşmanın yerinde ve güzel olacağını düşündüm. İzninizle yazıyı sunuyorum:
“Eğitim Aykırı İnsanlar Yetiştirmeli
Çocuk denilecek yaşta, tesadüfler her birimizi bir yerlere sürükledi. Tesadüflerin sürüklediği yaşamışlıklarda öncelikler, günün belirleyenlerine göre sıralandı. Günün belirleyeni ise, geleceği hakkında karar verilen kişinin iradesi değil, otorite olarak anılan merkez oldu.
Bu otorite; doğumdan okul hayatına kadar geçen ilk çocukluk olarak adlandırılan dönemde doğası gereği aile, örgün okul eğitiminin başlamasıyla birlikte de, her zaman ve değişmez bir şekilde merkezi devlet oldu. Merkezi devletin kuruluşu tekçi anlayışla yapılandırıldı. Tüm toplumsal alt sistemler bu anlayışa göre düzenlendi. Merkezi devlet anlayışının; tartışmaya açık olmayan kabulleri, öncesiz ve sonrasız olarak herkesçe benimsenmesi gereken değerleri, ilelebet değişmeyeceğini düşündüğü ve saygı duyulmasını istediği sembolleri ve kutsalları oldu.
Geleneksel aile; çocuk eğitiminde alışkanlıklarıyla davrandı ve genel geçer toplumsal kabullere göre biçimlenmeleri için çaba harcadı. Aileler bir yanıyla bu kabulün gereğini yerine getirirken, diğer taraftan “mahallelinin”, “konu-komşu-hısım-akrabanın” kabul düzeyini de dikkate aldı. Alışkanlıklarla yürütülen bu işleyiş, devletin vazgeçilmezi olan ve dayatılan değerlerin dikkate alınmasını da öncelikli görev olarak üstlendi. Kendiliğinden, doğaçlama ve geleneksel alışkanlıklarla yürüyen bu süreç, çocukluk döneminin sınırlayanı oldu.
Ülkenin ve o günün şartları, bulunduğumuz çevre ya da yerleşke, ailelerimizin sosyo-ekonomik, kültürel durumu, eğitimi ve beklentileri gibi birçok neden, bizlere yaşımızın üzerinde roller yükledi. Beklentiler şeklinde yüklenen ve mutlak çerçevesi çizilmiş şekilde yerine getirilmesi ya da eksiksiz yapılması gereken roller, bizleri bir anlamda baskı altına aldı. Bu tespit, verili durumun herkesi aynı şekilde etkilediği anlamı taşımıyor. Ancak, aynı dönem çocuklarını bir şekilde az ya da çok etkiledi.
Örgün eğitimle birlikte öğrencilik hayatının önceliği, başarı sayılacak notlar almaya ve sınıfları en iyi dereceyle geçmeye endeksliydi. Kişisel özellikler ve kişiye özgü bireysel ayrıcalık olarak adlandırılan yeterlilikler akla gelmedi. Kişisel ayrıcalıkların keşfi ya da geliştirilmesi ve beceriler edinme öncelik sırasına giremedi.
Sistem her bireyi, kendisinin belirlediği ve “BAŞARI” olarak adlandırdığı bir hayata mahkûm etti. Bu bakış kişileri, çocuk yaşta klişe hayatlarla buluşturdu, bir şekilde çerçeveledi ve sınırlar çizdi. Alabildiğine katı, tartışmaya açık olmayan tabu hayatlara hapsetti. Falanca dersler en önemlidir. Sınıflar yüksek notlarla geçilmelidir. İkmale kalmak ayıplanmaktır.
Dokunulmaz değerleri ve mutlak yerine getirilmesi gerekenleri; geleneksel anlayış yazılı olmayan, ancak uyulması gereken normlar (ayıplama, kınama, dışlama) olarak benimsedi. Merkezi devlet ise tek tipçi kuruluşunun vazgeçilmezlerini destekleyen bu normları dikkate alarak, yapılacakları kesinlikle uyulması gereken kurallar olarak listeledi. Eğitim dahil tüm alt sistemler bu kabuller doğrultusunda, merkezi devlet sisteminin sürekliliğini sağlayacak insanı yetiştirecek şekilde formatlandı. Sisteminin işleyişi bu öncelikleri yerine getirmek üzere düzenlendi. Tartışmaya açık olmayan ve listelenerek dayatılan bu yapılacaklar, istenen özelliklerle donatılmış insanları yetiştirme amaçlıydı.
Bu temel amaç; vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğü, beka meselesi, bizi içten ve dıştan yıkmak isteyen nifak merkezlerine karşı birlik olma ideallerini ön plana çıkaran ve duygulara hitap eden merkezi politikalarla toplumsal hayatın her alanında sürekli gündemi belirledi. Hamasetin her şeyin üzerinde işlevsel olduğu bu devlet aklıyla, gelecek nesiller, “Kendini ülkene ve milletine adayacaksın…” ifadesinde somutlaşan anlayışla biçimlendirilecek şekilde eğitime tabi tutuldu. Güvenlikçi politikaları ön plana çıkaran yönetim anlayışına göre yürütülen bu uygulamalar, ağırlıklı olarak insanların yönlendirilmesini esas aldı. Geleneksel çocuk yetiştirme tarzıyla bütünleşen eğitim faaliyetleri, insanların farklılıklarını, yaratıcılıklarını ve aykırılıklarını görmezden geldi. Aykırılıkları ve farklılıkları törpüledi.
Hakikatler detaylarda gizlidir. Hakiki olana ulaşmak için, hayatı bütün detaylarıyla mercek altına almalıyız. Geleneksel çocuk yetiştirme anlayışını ve örgün eğitim sistemini sorgulamalıyız. Farklılıkları zenginleştirecek yol ve yordam üzerine yoğunlaşmalıyız.
Her birimizin benimsediği, reddettiği, kabullendiği, eleştirdiği, itiraz ettiği değerler olabilir. Birçoğu ideolojik bakışımızdan kaynaklı da olabilir. Bu durum kabul edilmelidir. Her birimiz farklı insanlarız. Farklılıklarımız var. Farklılıklarımız zenginliğimizdir.
Hayata ve geleceğe yön verenler; herkesin dışına çıkabilenler, hayallerinin peşinde koşanlar ve “herkes gibi” olmayanlardır. Nasıl bir eğitim? Sorusunun cevabını, aykırı insanlar geleceği belirler gerçeğini dikkate alarak, detaylarıyla düşünmeliyiz. Bir yüz yılı daha feda etmemek için, aykırı insanlar yetiştirecek eğitim sistemi üzerinde çalışmalıyız. Farklı düşüncelerin ufkumuzu açacağı gerçeğinden hareket etmeliyiz.
Ali Ekber PEKŞEN
30 Ekim 2023/ Bodrum-Muğla”