Sevdiğim dostların, arkadaşların, tanıdıkların, hemşerilerin kitaplar yazması beni her zaman sevindirmiş ve yaşama dair umudumu tazelemiştir.
Kıymetli hemşerim, iş insanı Refik Türk’ün hazırlamış olduğu ve imzalayıp şahsıma gönderdiği Köy Enstitüsü’nden İlköğretmen Okulu’na HOŞOT (DİCLE) ANILARI(*) kitabı bende bu duyguları bir kez daha yeniden yaşattı. Teşekkürler kardeşim.
Anıların yazılmasını önemserim ve anı okumayı da severim.
Bu nedenle HOŞOT (DİCLE) ANILARI kitabını elime alınca bir solukta okudum.
Erganili oluşumun ve eskiden Ergani’nin simgelerinden biri olan Dicle Köy Enstitüsü’nün anlatılmasının, kardeşlerimden Miktat’ın burada okuması ve Ali Haydar’ın da üç yıl gibi kısa bir dönem okulda yöneticilik yapmasının da bu hızlı okumamda payı var elbet.
Refik Türk kitabı derlemiş, birçok güzel insan da anılarıyla katı sunmuş ve sonuçta “Siyah Beyaz Kuşağın Renkli Dünyası”na duygulu bir güzelleme oluşmuş.
Yazı yazan ve yayımlanmasında emeği geçen herkese teşekkür ederim.
Kitabın başında da belirtildiği gibi; “Bu çalışma, Dicle Köy Enstitüsü ve ardılı Dicle İlköğretmen Okulu’nda okuyup mezun olan veya çeşitli nedenlerle okuldan ayrılmak zorunda kalan eski öğrencilerin ve öğretmenlerin anılarını içeren kollektif bir çalışmadır.”(s.13)
Bu nedenden olmalı, okuduğum anıların çoğunda, anılarını yazanlar geçmiş yaşanmışlıklarını özlemle anımsamanın yarattığı duyguyla okullarını biraz idealize ederek, yani hep bardağın dolu tarafından bakarak sadece kendilerinde silinmez izler bırakan anıları anlatmayı tercih etmiş.
Oysa siyasal, toplumsal ve kültürel gelişmemizin tarihini bilmek, dahası bu tarihi oluşturmak için geçmişte yaşananların eleştirisel bir bütünlük içinde kayıt altına alınması ve tarihin arşivine bu şekliyle girmesiyle mümkün olur. Toplumsal belleğin oluşumu ve kalıcılığı ancak böyle sağlanır diye düşünüyorum.
Neden sonuç bağlamında geçmişe baktığımız zaman, Cumhuriyet kurulduğunda üst yapıda girişilen değişiklerin, köylere kadar giremediğini görürüz. O günün Türkiye’sinde, kırsal kesimde Osmanlılardan devralınan ekonomik ve kültürel yapıların korunduğunu, feodal dönemden kalma ilkel üretim yöntemlerinin kullanıldığını, köylerin büyük çoğunluğunda kapalı köy ekonomisinin yaşandığını; nüfusun yaklaşık %83,4’ünün köylerde yaşadığını ve okur yazar oranının da %20 olduğu gerçeğinden hareketle; 1930’ların hükümetleri, değer sistemlerini ve ekonomik yapı özlemlerini köy hayatı içinde yaygınlaştırmak, köyü kente ve dolaysıyla iktidara bağlamak ve Bölge için de özel olarak Kürt dilini, kültürünü ve bizatihi varlığını yok edip herkesi Türk yapmak için çeşitli arayışlar içinde çareler düşünmeye başlar. Neticede, kırsal kesimde yeni ve daha ileri üretim teknik ve yöntemlerinin, yani tarımın modernleşmesinin gerek duyduğu kadroları yetiştirmeyi hedefleyen bir modern eğitim-üretim kurumu olan Köy Enstitüleri fikri baskın çıkar.
Cumhuriyet ancak ve ancak düşünen, düşündüren, üreten, etkin ve bilinçli insanlar sayesinde kökleşebilirdi. Bu nedenle ve en önemlisi de kurucu iradenin buyruğu gereği Devlet bir “Türk Ulusu” yaratmayı hedeflediğinden, yani ihtiyaç duyulmasından dolayı Yatılı Bölge Okulları ve Köy Enstitüleri kuruldu.
Kısacası, Köy Enstitüleri ihtiyaçtan doğdu ve görevi bitince de kapılarına kilit vuruldu. Kayan bir yıldız gibi ardında iz bırakarak yok olan Köy Enstitüsü olayına bence böyle bakmalıyız.
Kitabın çıkmasında emeği geçenlerin hoş görüsüne sığınarak bir şey daha söylemek istiyorum. Kitapta anılarını yazanların da sık sık vurgulandığı gibi, o dönem Dicle Köy Enstitüsü ve ardılı Dicle İlköğretmen Okulu’na okumaya gelenlerin çoğu Diyarbakır, Siirt, Mardin ve Urfa’nın kasaba ve köylerinden, yani Kürt coğrafyasından gelen 11-12 yaşlarındaki yoksul “ana kuzusu” Kürt çocuklarıydı.
Bunlardan bazıları da kitapta anılarını yazanlardır. Ama bu anılarını yazanlardan hiç kimsenin okulda Kürtçe konuşmanın yasaklanması, kendi anadillerini konuşamaması konusunda dişe dokunur hiçbir şey anlatmaması bana çok ilginç geldi. Antti Jalava’nın bu konuda kulağa küpe olacak çok güzel bir tanımlaması var, şöyle: “Anadilim benim derim ve diğer diller ise giysilerimdir. İnsan ne zaman isterse kendi isteklerine göre giysilerini değiştirebilir ama derisini değiştiremez.” Çok merak ediyorum: Anadillerinin yasak oluşu ve konuşamama “ana kuzusu” Kürt ve Arap çocuklarında ne tür duygu kırılmaları yarattı, çocuk yüreklerinde ne tür fırtınalar estirdi?
Anlatımlarda bu duyguların anlatılmamış olması bir eksik ama alkışlanacak güzellikler ve kadirşinaslığın çokça örnekleri var. Örneğin, o dönem Ergani Tren İstasyonu’nun en önemli figürü olan Kürtlerin ulusal değeri Kavalcı Hafız unutulmamış, anılarını yazanlar onu anılarına nakış gibi işlemiş. O Hafız ki, vaktiyle gök kubbe altında ıssız Hoşot ovasını demir rayların ikiye böldüğü, yazları güneş ışığının kavurucu yakıcılığında, kışları ise soğuk ve rüzgârın yakıcı donduruculuğunda kavalıyla İstasyonda bulunan insanların yüreklerini duygu yoğunluğuna göre bazen serinletir ve bazen de ısıtırdı, dinleyenlerde çok farklı duygular yaratırdı. Hafız’ın kavalını dinleyen bazı yorgun yürekler, şimdi çok gerilerde kalmış duygu serüvenlerini yeniden yaşıyorlarmış gibi anılarında gönül borcunu ödercesine anlatmış. Zarafet denilen şey bu olmalı.
Gelelim en önemli meseleye, kitabın sonunda Refik Türk Beklentilerimiz başlığı altında, sorumluluk duymanın bilinciyle Dicle Köy Enstitüsü’nün bulunduğu alanı/mekânı işaret ederek çok haklı ve yerinde seçenekli bir öneride bulunuyor:
“Neden buraya yeni bir bakış açısı ile bakılmasın? Neden yeni bir BİLİM VE MÜHENDİSLİK ÜNİVERSİTESİ veya bir ve birden çok FAKÜLTE kurulmasın? Modern bir ZIRAAT FAKÜLTESİ burada kurulabilir. Çağdaş eğitim merkezi olabilecek HALKA AÇIK OKUL veya OKULLAR olabilir. Başka bir isim altında bir ARAŞTIRMA VE GELİŞTİRME MERKEZİ de kurulabilir. Neden burada, bölge ARKEOLOJİK kazı merkezi kurulmasın?
Bizler, sadece anılarımızla değil, bilgimizle, gücümüzle, becerimizle, tüm yeteneklerimiz ve deneyimlerimizle bu uğurda emek vermeye, hizmet etmeye hazırız.
…Biz okulumuzu, bölgemizi, insanımızı ve ülkemizi seviyoruz, hizmet etmeye hazırız. Hele bu hizmet alanı Dicle Köy Enstitüsü mirasıysa, bu uğurda her şeye hazırız.” Diyor (s.312).
Doğru söze ne denir ki, teşekkürler sevgili kardeşim; bu öneri, bu talep ve istek sonuna kadar desteklenmelidir derim.
Aklınla bin yaşa!
Not: Edindiğim bilgilere göre Dicle İlkörtemen Okulu mezunu öğretmenler bir girişim komitesi kurarak yukarda sıralanan Önerilerin gerçekleştirilmesi için bir DERNEK kurma hazırlığı içindeler. Umarım gerçekleşir ve çok güzel gelişmelere vesile olur. Başarılar diliyorum.
(*) Derleyen Refik Türk, Hoşot (Dicle) Anıları, Ozan Yayıncılık, Mart 2024, İstanbul, 318 sayfa.