1960'larda babam Rufai Tarikatı üyesiydi. Yakın arkadaşları ile evimizde, Yunus Emre'den "Sordum sarı çiçeğe,
Annen baban var mıdır?
Çiçek eydür derviş baba,
Annem babam topraktır.
Hak, la ilahe illallah,
Allah, la ilahe illallah… gibi ilahiler ve
"Çıkmış İslam bülbülleri, Öter Allah deyü deyü" deyişleri eşliğinde, dualar okurlar, Arebene çalarak, "Hu, Allah" deyip, zikir yaparlardı. Çocuktum, zikre katılanlara hizmet ederdim. O zaman anayasanın 163. Maddesi yürürlükte olduğu için yapılan bu ibadetler yasaktı. Bu tür ibadeter, devlet tarafından "irtica" olarak kabul ediliyordu ve hapis cezası vardı.
Zaman zaman da onlar ibadete başladığında evin etrafında, jandarmalar geldiğinde haber vermek için nöbet tutardım. Ancak jandarmalar hiç gelmedi. Demek ki ihbar eden olmamıştı!
Babamların bu ibadetlerinden annem hiç haz etmez, evde zikir yapılmasını istemezdi.Tabi babama gücü yetmez, söylenip dururdu. Daha sonraları babam ve yakın arkadaşları, büyük amcam, sanırım tarikat içi çekişmelerden olsa gerek tarikattan ayrıldılar. Babam nevi şahsına münhasır bir insandı. Kendisi iyi bir duvar, cami, minare ustasıydı. Veysel Karani'de cami, minare, Veysel Karani türbesini o yaptı. Batman'da,Ergani'de, Elazığ Maden'de minare yaptı. Ben de yanında taş ustası ve duvar ustası olarak çalıştım.
Babamın namaz kıldığını, oruç tuttuğunu, cumaya veya bayram namazına gittiğini hiç görmedim. Mezarlığa da gitmezdi.
İnsanları, doğayı severdi. Çalıştığı zaman çok iyi çalışırdı. Biz çocuklarını çok severdi. Bizlere hiçbir zaman sözlü veya fiili şiddet uygulamadı. Yalnız insanlığa paha biçilmez kıymetli eserler bırakan Fyodor Mihayloviç Dostoyevski gibi kötü bir huyu vardı; kumar oynardı. Annem kumar oynamasına karşı çıkınca anneme şiddet uygulardı.Kendisi, "Üç Evli Şeyh Cuma" olarak bilinirdi. Ergani'den ve yakın çevre, köy ve kasabalardan hastalar gelip babamdan "derman/şifa" dilerlerdi. Babam onları kırmaz, odaya alır, sohbet eder,dua okur; pekmezli,ballı, şekerli su verir hastalarını yolculardı. Para ve hediye almazdı. Para ve hediye aldığını hiç görmedim.
Sonra Hollanda'ya gitti. 3 yıla yakın Hollanda'da çalıştı, geri döndü. Ben, ağabeyim Müslüm ve Miktat kardeşim o dönem okurken diğer yandan da toplumsal olayların içine girmiştik. Babamla zaman zaman farklı ülkeler (özellikle sosyalist ülkeler üzerine) sohbet ederdik. Babam, Batı Ülkeleri'ni (özellikle Hollanda'yı) sosyalist ülkelerden daha özgürlükçü, gelişmiş , ileri medeni bulurdu. Müslüman ülkelerin rejimlerini hiç beğenmezdi. Tabi biz bu tespite üzülürdük. Biraz da babam, bizi olaylardan uzak tutmak için bunları söylüyor diye düşünürdük. Sonra üç kardeş,12 Eylül'de gözaltına alınınca babam, lanet 5 Nolu Ceza Evi'nin önünden hiç ayrılmadı; ne içerdeyken ne de dışarı çıktıktan sonra, hiçbir şekilde bize kızmadı, darılmadı, yalnızca yaşadıklarımıza ve kendi çaresizliğine üzüldü. Maddi ve manevi sıkıntılar yaşadığı halde kimseye minnet etmedi, başı hep dik gezdi. "Şeyh Cuma," Ergani'de tüm devrimcilerin "Devrimci Cuma Dayısı" oldu. Onu çok erken kayıp ettik. Zamansız ölümüne hep üzülürüm. Babamın aramızdan erken ayrılışı içimde hep bir yaradır.
Çocukları olarak ona yaşlılığında çok güzel bir hayat yaşatabilirdik. Ama olmadı!
Babam, Alevileri de çok severdi. Alevî bir ailenin kızı ile evlendiğimde çok sevinmişti.
O, Hollanda; Sosyalist ve Müslüman ülkelerin rejimleri konusunda haklıydı; biz ideolojik saplantı/körlük içindeydik. Sovyetler ve Sosyalist ülkeler dağılınca bunu anladık.
Babam, Rufai Tarikatı'nın ritüellerini yerine getirmese de, onun temel ilkelerine inanırdı. Yaşamını, o ilkeler doğrultusunda, kendine göre yaşadı.
Zaten biçim değil, öz önemli değil mi?
Babam da biçime değil öze önem verirdi, Onun ölümünden sonra annem ve bizler, farkında olmadan onun izinden gittik.
Nasıl mı?
Anlatayım:
-Alan değil veren el olduk. Annem bunu seve seve karşılık beklemeden yapardı. Biz çocukları da farkında olmadan yaptık, yapıyoruz.
-Evimize geleni geri çevirmedik. O gün, o an evimizde ne varsa paylaştık.
Annem paylaştığında mutlu olurdu. Hiç kimseyi hor görmez, küçümsemezdi. Herkesi olduğu gibi kabul ederdi.
- Ne babamın, ne de annemin parası, malı mülkü olmadı. Bizim ve başkalarının yanında paradan, maldan, mülkten hiç söz etmezlerdi. Bildiğim kadarıyla fazla paraları da hiç olmadı. Çünkü cimriliği ve biriktirmeyi sevmezlerdi. Kimseye muhtaç olmadan kendi emekleri ile geçinirlerdi.
Bizleri de böyle eğitip, büyütüp, hayata hazırladılar.
Şimdiki dinbaz-dincilerin ve ırkçı milliyetçilerin tiksindirici, doyumsuz, mal mülk düşkünlüklerini "Mülk Allah'ındır." deyip malı cukkaya atıp götürenleri görünce kendi kendime şöyle diyorum: Ne temiz, çalışkan, inançlı anne babamız varmış. Onları sevgi ve saygı ile anıyorum.
Şimdiki İslâm bülbülleri de para para, diye ötüyor. Doyumsuz Müslümanlar da anam babam paradır, maldır diyor. Sadık eşleri/işleri de, hamdolsun çalıp çırpmak olmuş...
"Mülk Allah'ındır"deyip halkın malını çalan, ırkçı dincileri lanetliyorum!
Son model Mercedes'le, dincilik oyunu oynayan
Diyanet İşleri Başkanını da, onların deyimi ile fakir fukara ve garip gurebaya havale ediyorum.
İnsan, doğası gereği gizemli ve sır doludur. Bunu özellikle babam için söyleyebilirim. Onu saygı ile anıyorum.Onu özlediğimi söyleyebilirim.
Derim ki:
-Alan el değil veren el olun. Hep bana, Rab bana demeyin.
Paylaşın, paylaşım güzel bir erdemdir.
- Size sığınan evinize gelen hiç kimseyi geri çevirmeyin, mahcup etmeyin, giderken eli boş göndermeyin.İnsanlara tepeden bakmayın. Hiçbir insanı küçük görmeyin. Onları aşağılamayın. "Benim ki ben" demeyin. Nobranlık yapmayın. Kibir, nobranlık insanî değildir.
- Cimrilik yapıp, çalıp çırpıp biriktirmeyin. Toprağa/mezara biriktirdiklerinizle değil, kefenle konulduğunuzu unutmayın; mala mülke fazla tamah etmeyin, geriye(o da bir süreliğine) bir dikili mezar taşından başka bir şey kalmıyor.
Sonuç: Biçime değil öze önem verelim; doğruluktan haktan, hukuktan, adaletten, demokratik anayasadan ve demokrasiden; emekten, alın terinden; sadaka kültüründen yana değil, çalışma, emek kültüründen yana olalım.
Tüm canlıları doğayı sevelim, koruyalım.
Yalandan ibadet değil, çalışarak ibadet edelim. Çünkü zahir değil öz önemlidir.