"Söyleyen değil söylenen bir halkız, bıdı bıdı konuşuruz başka bir şey yapmayız; biraz da kurnazlık yaparak hep birilerini öne sürer, çözümü de onlardan bekleriz. Bu halka güvenilmez, demir paranın yazı turası gibidir bu halk, bu gün böyle yarın şöyle…
Fazla konuşmaya gerek yok; bu halka güvenilmez kardeşim güvenilmez, o kadar!
1959 da başbakan Adnan Menderes Kıbrıs’ın bağımsızlığı için Londra Anlaşmasını imzalamaya, Londra’ya gittiğinde uçak kazası geçirdi, 12 kişi öldü, başbakan yaralı olarak kurtuldu/kurtarıldı. Menderes bir hafta sonra yurda döndüğünde İstanbul ve Ankara’da başbakanı yüzbinlerce insan karşıladı. Tarsus’ta bir baba, 7 yaşındaki oğlunu Menderes kazadan kurtulduğu için ona kurban etmek istedi. Polisler olaya müdahale etti, çocuğu babanın elinden aldı.
Peki sonra ne oldu?
Kısa dönem sonra 1960 Askeri Darbesi yapıldı, askerler yönetime el koydu. Menderes ve arkadaşları idama mahkum edildi halkın gıkı çıkmadı. Tısss…hatta tam tersi halk bu defa askerlerin yanında yer aldı, askeri alkışladı.Bu halkla bir b…k olmaz kardeşim olmaz!”
Halkın tepesinde, kaya bülbülleri gibi öten keskin aydınların halka bakışı bu; halkı suçlayıp kendini rahatlatan ve kendini halkın üstünde gören, onu küçümseyen ona tepeden bakan, ne yazık ki aramızda dolaşıp caka satmaya çalışan işe yaramaz, üfürükten hayli “aydınımız” var. Bana göre bu marazlı aydınlar çok da problem değil; esas problem onurlu, erdemli, namuslu; yalnız midesi ve şehveti için değil zihinsel çalışmayı; insanı, doğayı, evrenin varlığını kendine dert edinen nitelikli insanların dağınıklığı, bıkkınlığı, gönülsüzlüğü, kendilerine olan güvensizliği, yılgınlığı ve birey olarak güçlerinin farkında olmama durumu; kendi ülkelerinde başat olması gereken bu insanların Avrupa veya Amerika kıtasında ikinci sınıf vatandaş olmayı kabul etmeleri. Ulusalcıların dolduruşuna gelmeleri.
( Çünkü onlar durmadan artık bu ülkede yaşanılmaz, yandık battık kül olduk deyip velvele yapıyorlar.Sanki geçmişte bu memlekette her şey mükemmeldi de…) Döküntüler, işe yaramazlar, yalancı ve hırsızlar, korkaklar ortada; peki kafası çalışan, yaratıcı, dürüst erdemli, cesur insanlar nerede?
Ya kaçıp göçüyor ya da içlerine kapanıp küsüyor, sesiz kalıyorlar.
Hani İsmet İnönü'ye mal edilen( geçmişte o marazlı, üfürükten aydınlar her şeyi kendilerine, liderlerine mal ediyorlardı ya..) ancak Viktor Hugo'ya ait olan ve Sefiller romanında “namuslular da namussuzlar kadar cesur olmalı” lafı tam da içinde bulunduğumuz bu gün için değil mi?
Şimdi değilse erdemli, cesur insanlar ne zaman ortaya çıkacak? Kaçmak, sesiz kalmak çare mi?
Namussuzlarla/kötülerle her yerde, her koşul ve şartta mücadele edilmelidir, dersem sanırım tüm namuslu/erdemli insanlar buna katılır. Ama nasıl mücadele edeceğiz sorusu ve sorunu önümüzde bir problem. Problemi çözmek yaratıcı, zeki insanların, üst insanın işidir. Benim seslenmek istediğim insanlar da problemi çözecek bu kıymetli, zeki insanlardır. Nietzsche’nin ‘Üstinsan’ıdır.
Diğer anlamda azgın denizde fırtınaya yakalanmış gemideki bilge insandır, fırtınaya yakalanan gemide:
-Kötümserler, şikayet eder, bıdı bıdı konuşur, etrafa kararsamlık yayar,
-İyimserler, fırtınanın durmasını bekler, bekleyerek helak olur.
-Akılı bilge insan ise, rüzgârı arkasına alarak yelkenleri açar ve gemiyi kurtarır.
Fırtınaya yakalandığımız ortada, peki gemiyi (ki o gemi ortak yaşam alanımızdır) kurtarmak için ne yapmalıyız?
Cevap: Gemideki bilge insan gibi davranıp, onun yaptığını yapmalıyız; nitelikli insanlarla, hukuk ve demokrasi rüzgarını arkamıza alıp, hakla birlikte sağlıklı demokratik hukuk devletini kurmalıyız.
Bunun için:
-Birey olarak kendimize güvenmeli,
-Miskinliği, tembelliği bırakıp aktif olmalı,
-Adil ve dürüst olunmalı, doğruya doğru yanlışa yanlış demeli; kişileri, olayları değil, fikirleri tartışmalı, yeni fikirler üretmeliyiz.
-İdeolojik tespit ve saptamalardan, İslam coğrafyasında yaşayan halkların ocağına incir diken kaderci anlayıştan uzak durulmalı, hatta siyasal İslamı demokratik zeminde karşımıza almalı, onunla mücadele etmeliyiz.
-Acıma, acındırmaya değil yasalara önem vermeli,
-Hukuk ve demokrasiyi baş tacı etmeli, sadakati değil liyakatı seçip almalı,
-Dürüst, namuslu her insan, kendi alanı ve çevresi ile birlikte, başat olmayı hedeflemeli ve sorumluluk almalı. Yönetilen değil yöneten olmalı.
-Demokratlık, fikir özgürlüğü olmazsa olmazımız olmalı.
-Çok yönlü hayatı dolu dolu yaşamalı, kendi hayatımızın özellikle sağlığımızın kıymetini bilmeli,
-Okumaya, yazmaya, araştırmaya devam etmeli,
-Sivil, demokratik, Türkleri, Kürtleri ve tüm diğer halkları kapsayan bir anayasa mücadelesi içinde olunmalı, bu anayasa etnisiteye ve inanca nötr olmalı, vatandaşlık/ yurttaşlık vurgusu her kesimi kucaklamalı/kapsamalı.
-Kendimize, aklımıza ve zeki insanlara güvenmeli, değişimi ve dönüşümü sağlayan, insanlığı olumlu veya olumsuz anlamda değiştiren bilim insanları, filozof, bilge ve peygamberlerdir.
Önce halka değil zeki, yaratıcı insanlara güvenmeli onlarla yola çıkmalı; çünkü zeki insanlar halka alternatif sunar ve halkı yönetir yönlendirir; halk da son noktayı koyar, sonuç alınır. Unutmayın bunca yetişmiş, zeki, yaratıcı namuslu insanımız var. Yalınız değilsiniz!
Ey, değerli insanlar fazla da mütevazı olmayın derim!
Çıkın demokrasi meydanına size ihtiyacımız var.
Hani her filmin sonunda iyiler kazanıyor ya! Bu oyun/film de fazla uzadı, iyiler kazanmalı artık derim.
Her gün kötüler esip gürlüyor.
Kötülerin yalanları, -rüzgara karşı tükürme misali - yüzlerine geri dönüyor; onların yüzünde kendi yalan tükürüklerinden yer kalmadı. Onlar yalan tükürüklerinde boğulurken sen cesur ol çık ortaya,
şöyle bir doğrul, dimdik yürü karanlığın üstüne; karanlıkta kötüler yaşar, onlar ışıktan korkarlar; kötü olmayan karanlıkta yaşamak istemeyen insanlar, halk, size tutunup ayağı kalkısın ve son noktayı koyup karanlığı yok etsin.
Neden korkuyorsunuz?
İyiler korkmaz çünkü adil ve doğru olan, emek verip yaratan sizlersiniz.
Korkak olan emek vermeden çalan hırsızlar; halkın içine çıkamayan son model pahalı araba ve özel uçaklarla şişinip gezinenler; sarayda ismini bilmediğimiz yiyecekleri yiyip esip gürleyen kötülerdir.
Ne yalan, ne hukuksuzluk,
ne asık surat ne tek adam ideolojileri ve de yönetimleri;
kaderci miskin tembel anlayış hiç değil,
erdemli, emek yanlısı gerçek demokrasi ile yönetilen bir yönetim.
İşte erdemli cesur insanların önünde duran tarihsel görev!
Yol ayrımındayız, nereden geldiğimizi değil, nereye gideceğimizi konuşmalıyız.İdeolojik bataklık mı, Avrupa Birliği standartlarında özgürlük ve demokrasi mi?
Sonucu belirleyecek olan namuslu, dürüst, ferasetli cesur insanlar olacaktır.
Korku mu,
Cesaret mi?
Korku insanı, insanlığı bitirir;
Cesaret insanı, insanlığı yüceltir.
Ben cesaretten yanayım.
Hayatım boyunca hep yüreğimin sesini dinledim.
Bu gün de yüreğimin sesi Haydar Ali sen cesaretin yanında ol diyor.