Son bir kaç yıldır, Türkiye’de ana gündem maddesi nedir? diye vatandaşa sorsanız, hemen hemen her vatandaş hayat pahalılığı, enflasyon ve kötü yönetilen ekonomik durumumuz der. Peki, hayat pahalılığı ve bu ekonomik durumun nedeni ve sorumlusu kimdir? diye vatandaşa sorduğumuzda büyük çoğunluk, AKP ve onun lideri Erdoğan’ın uygulamaya koyduğu “Nas” programıdır der. Peki, Nas nedir?
“Nas, İslam fıkıhında Kur'an'da yer alan ayetler ve peygamberin söylediği sözler olan hadislere verilen genel ad.”
Peki, ekonomi ile ilgisi nedir?
İnsanla, insanların yaşamı ve inancı ilgili olduğu için; ekonomiyi, dolayısıyla hayatı da ilgilendiriyor.
Erdoğan’ın Nas programı, milyonlarca insanı perişan, bir avuç insanı da ihya etti.
“İslam inancı faize karşıdır.”
İslam, çıkış döneminde tefeciliğe karşı çıkar, faizi haram kılar ve yasaklar.
Ama bu basit uygulama; laik, demokratik, sosyal hukuk devletinde bugünkü kapitalist sistemde geçerli değil; çünkü faiz, artı değer ve kâr kapitalist sisteminin temel itici gücüdür.
Aşağıdaki sorulara, cevap aramakta ve açıklık getirmekte fayda var derim.
İslam’ın kendine özgü bir ekonomik modeli var mıdır, yok mudur?
“İslam ekonomisi” diye bir kavram kullanmak mümkün mü? Yoksa bu uydurulmuş bir kavram mıdır? “İslam ekonomisi” kapitalist ekonominin içinde midir?, yoksa dışında mıdır? Dışındadır diyenler olduğu gibi, hayır, dışında değil onun içindedir diyenler de var.
İslam inanç olarak;
Kapitalizme karşıdır,
Komünizme karşıdır,
Sosyalizmle uyumludur,
Kapitalizmle uyumludur diyenler var.
Ekonomi ve sosyal yaşamın düzenlenmesi konusunda, İslamcıların kafası karışık.
Sonuç: 1500 yıllık bir düşünce ve inancın kutsal metinlerinden bu günün dünyasını anlamak, her alanda iç içe geçmiş günümüz kapitalist sistemine alternatif bir “İslami Ekonomik Modeli” yaratmak mucize gibi bir şey olur!..
Bana göre olmayacak duaya “âmin” demektir. O nedenle;
İslamcılar katı şeriatçı anlayıştan ve şeriatçı devlet yönetim modelinden vaz geçmeli; inancı, kutsal metinleri dünyevi işlere karıştırmamalı; laik, sosyal hukuk devletini ve demokrasiyi benimsemeli.
Aydınlar, kadınlar ve gençler bunun mücadelesini vermeli.
Yoksa? Yoksa durum vahim!
Düşüncelerine değer verdiğim İlahiyat mezunu bir kadın arkadaşım “İslam’ın Ekonomi Politiği” ile ilgili düşüncelerini benimle paylaştı.
İşte arkadaşımın noktasına, virgülüne dokunmadığım o samimi paylaşımı:
“İslam Ekonomisi, modern zamanlara kadar Müslüman dünyada, Orta Doğu’da hukuk, din bilginlerinin uhdesinde idi. İslam öncesi müşrik Araplar Kur’an’ın deyimiyle ümmi oldukları için (ehl-i kitap olmayan anlamında), bugün hukuk kavramı altında toplanan meseleler, örf adıyla yürüyordu ve anlaşmazlıklar hakemlik denilen bir yöntemle çözülüyordu. Ya da çözülemiyordu…
Müslüman toplum Hz. Muhammed (s.a.s)’in yönetim ve hakemliğiyle oluştu. Onun vefatıyla yönetim, siyasetin kendi dinamikleriyle şekillenedursun, İmam adıyla İslam bilginleri bireyin din ve dünya meselelerine yardımcı olmaya çalıştı. Bugün elimizde, klasik dönem İslam hukuku adıyla bir içtihatlar külliyatı vardır. Yani Müslüman din bilginlerinin içtihatlarından oluşan bir mecmuadan bahsedebiliriz.
Müslüman bilginler, meseleleri Kur’an, Sünnet, Medine Örfü, Bilginlerin icması (ittifakı) gibi emsallerle çözmeye çalıştılar.
Bu girişten sonra Kur’an’ın, toplamda İslam oluşumunun, teolojik anlamda devrim içerdiğini müşrik inancına nisbetle bir devrim içerdiğini söyleyebiliriz.
Bütün tanrıları reddedip Arap dünyası (Ehl-i Kitap diye bilinen Yahudi ve Hristiyan dünya için yeni sayılmaz) için yepyeni bir tanrı ve varlık tasavvuru inşa ettiğini kesinlikle söyleyebiliriz -ki inancın alanı burasıdır zaten-. Buna karşılık sosyal ve siyasal anlamda sıfırdan bir inşa yerine Kur’an’ın ahlak ölçülerine uymayan örflerin aynı kararlılıkla tavizsiz bir söylemle revize edildiğini görüyoruz. Miras hukuku ya da, faiz yasağı, ya da kan davalarının kaldırılması, ya da kumar, şarap içme, falcılık gibi yasaklarda.
Elimizde aile hukuku ya da borçlar hukuku ya da ceza hukuku gibi alanlara dağıtabileceğimiz Kur’an da ya da hadiste daha az olmakla beraber, fıkıh kitaplarında yüzlerce fetva (içtihat) yer almaktadır.
Peki bütün bunlar bizi İslam Hukuku, İslam Ekonomisi gibi sistemlere taşıyacak durumda mıdır? Klasik dönem parça parça içtihatlar peşindeydi. Usul dediğimiz sistematik modern dönemlerdeki İslam bilginleri tarafından oluşturulmaya çalışıldı. Benim gördüğüm, Aydınlanma sonrası bütün dünyada din dışı (Laik) hukuk kavramı ve sistematiği yerleşti ve reformcu Müslüman liderler de bunlardan etkilendi ve İslam bilginleri karşı atak yaparak İslam hukuku, İslam ekonomisi gibi sistemler kurgulamaya çalıştı. Bir kere bu kavramlar modern döneme ait. (Klasik dönemde Fıkıh var ve hukukla tam eşleşmiyor.) Modern İslam bilginlerine ait yeni bir şey. Peki bu kavramların birincil kaynaklar dediğimiz Kur’an ve Sünnet ile teması ne?
İşte İslam bilginleri iki şeyle uğraşıyor: Birincisi bu kavramları klasik dönem literatürüne dayandırmak, ikincisi alternatif bir iddia sunmak. Peşinen söyleyeyim iki iddiada da başarılı olunmadı. Ha belki ilerde olur.
İslam Ekonomisi’nden devam edecek olursak, birinci olarak klasik dönem literatürü kapitalizm ya da komünizm ya da sosyalizm gibi bir ekonomik sistem kurgusu içermez. Hâlihazırda toplumda var olan sistemi devam ettirmiştir. Özel mülkiyeti savunur, komünizmden uzaklaşır, faizi yasaklar kapitalizm den uzaklaşır, tüccar bir halkın örfü üzerine kurgulandığı için sosyalizmden de uzaktır. Kendine ait bir kavramı sistematiği yoktur.
Benim anladığım sistemin, ne olursa olsun bireyin ve emeğin sömürülmesine rızası yoktur. Tefecilik en katı dille yasaklanmıştır. Kölelere iyi muamele Kur’an’da sıklıkla dile getirilir, Hz. Muhammed “İşçinin teri kurumadan ücretini ödeyin” der. Veda hutbesi can, mal, onur dokunulmazlığından bahseder. Zekat, yani ihtiyaçlıya ödenen vergi İslamın beş şartından biridir, ve Kur’an’da defalarca emredilir. Bizzat yönetim tarafından toplanır ve ihtiyaçlıya verilir tam bir vergi gibi. Harcama kalemleri bile Kur’an’da anlatılır. Bu anlamda sosyalisttir. Ama bütün bunlar modern zamanda ulaştığımız kavramlar ve bu kavramlarla İslamı anlatmaya çalışmak hiç değilse anakronik bir durum.
Beri taraftan İslam Ekonomisi iddiası kendini tamamlamamış olmakla birlikte en çok faiz, banka, kredi ticari borçlanma, tüketim borçlanması, ticari ortaklıklar, emek para ortaklığı gibi ekonomik süreçlere, uygulamalara alternatif arama peşindedir. Faiz yasağı (Kur’an’daki ifadesiyle Riba yasağı –ben tefecilik olarak çevirmeyi uygun buluyorum) çok açıktır, biz Müslümanlar bu yasağı çiğnemeden kapitalizm içinde nasıl var olacağız sorusuna çözüm aramaktadır. Çok daha basit şekliyle krediyle ev alabilir miyiz? Enflasyonist ekonomilerde birikimleri nasıl değerlendirebiliriz? Nasıl ticari şirketler kurabiliriz?
Yani bir ekonomik model falan yok, daha çok kapitalizme entegre olma meselesi var.
Benim gördüğüm Hile-i şer’iyye bir yöntem olarak seçilmiş İslami Bankacılık adıyla. Günü kurtarmak kabilinden.”
Kısaca şöyle özetleyebilirim, Medine Site Yönetimi ile varlığını başlatan ve değişik İslam devletleri ile varlığını sürdüren İslam inancı devletçidir; yöneticilere itaat ister, devlete sahip çıkar, İslam bilginleri devleti kutsar. Ancak varlığı süresince kendine özgü bir ekonomik model oluşturamamıştır. Var olan ekonomik sistemlerin bir parçası olarak varlığını sürdürmüştür. Bu gün de aynı durum söz konusudur. Diğer söylem ve arayışlar fantezi ve birilerine çıkar sağlamaktan öteye gitmemiştir.