Seher vaktini severim. Karanlıktan aydınlığa çıkışın anıdır. Çocukluğumda Abdullah dedem, seher vakti gelmeden beni uykudan uyandırır, kendisine yaren/is olayım diye, dağa keklik avına götürürdü.. Dedem iyi bir çiftçi ve iyi bir avcıydı. Yaşar Kemal’in İnce Mehmet Romanı’daki Topal Ali gibi, normal zamanda veya karda kışta tüm hayvanların izlerini tanır, sabah, öğlen, akşam hangi hayvanın nerede olacağını bilirdi. Sürekli evinde kafeste bir çift keklik beslerdi. Kekliklerine bakmak onların ötüşünü dinlemek, avcı arkadaşları ile av muhabbeti yapmak onun için dünyanın en güzel şeyiydi. Av mevsimi geldiğinde dedem, kekliklerini ve yanında taşıdığı azığını alır, seher vakti gelmeden karanlıkta dağın yolunu tutardık.
Avlanacağımız yere geldiğimizde Meteris’e (Taştan ve çalı çırpıdan yaptığımız gizlenme yeri, sığınak) girerdik. Dedem önümüzde küçük kayaların arasına kafesteki kendi kekliklerini saklar/gizler, kekliklerin önüne de beraber getirdiğimiz ipten örülme tuzağı atar/serper veya kurardı. Tuzak ya bir kayaya veya beraberimizde getirdiğimiz kazığa bağlanırdı. Tabi kazığı yere çakıyorduk. Sonra sessizce Meteris’de kahvaltı yapar, suyumuzu içer gün doğumu ile birlikte kekliklerin ötüşünü bekledik. Ya dedemin keklikleri önce ötmeye başlardı yada karşı kayalarda yabani özgür keklikler öterlerdi. Ötüşler karşılıklı kızışarak/hızlanarak devam ederdi. Dedemin keklikleri özgür olamadıkları için kayalara özgür kekliklerin yanına gidemezdi. Özgür keklikler uçarak bizim kekliklerin yanına gelirdi; sıkıntı da tam bu esnada başlardı. Dedemin keklikleri ötmeye devam ederse yabani keklikler kafese doğru gelir tuzağa düşerdi, kekliği veya keklikleri avlardık. Dedemin kekliği yabani keklik geldiğinde ötmez, sesiz kalırsa bir anlamda yabani kekliklerden korkar çekinirse veya iç güdüsel olarak soyuna ihanet etmek istemezse avlanma yapamazdık. Dedem küfür ederek kafesteki keklikleri kafesten çıkarır elleri ile boynunu çeker atardı kayalıkların arasına; tabi avlanamadığımız için üzgün bir şekilde başımız önde, konuşmadan eve dönerdik.
Seher vakti keklik avlama hadisesi bu; yıllar sonra kardeşim Şahin’le dağ yürüyüşü yaparak, dedemle avlanma yaptığımız yerleri gezip, anılarımı tazeledim.
Şimdi soluklanıp, kafesteki kekliğin içinde bulunduğu durumu bir düşünelim derim! Ötmezse kendi kellesi, öterse soyuna ihanet etme durumu. Gel de işin içinden çık, yaman bir çelişki; çelişkiden öte berbat bir durum!
Ergani Çermik arası aşağı yukarı 35 kilometredir. Çermik Hava annemin doğduğu ilçedir.
Kürtler nezdinde kaplıcaları, bostanları ve ihanetçisi ile ünlüdür.
Annemin babası Fahri dedemle çocukken, 1960’larda bir kaç kez eşekle Ergani’den Çermik’e yaya gidip döndüğümü hatırlıyorum. Dedem Ergani’ye Culfa tezgahında dokuduğu bezleri ve pirinç getirip satardı. Gece bizde kalır, sabah erkenden Çermik’e dönerdi. Eskiden Çermik’in bostanları, bahçeleri, bağları çok güzeldi ve de bereketliydi. Bostanların arasından Çermik Çayı geçerdi; kaynak su Göze olarak adlandırılan yerden çıkardı. Dönemin gençleri, aydınları, Göze’de harefene/eğlence yaparlardı; batısından üzerinde Haburman köprüsünün olduğu Sinek Çayı geçer; o dönem doğa ve doğal güzellikler çok uyumlu ve güzeldi.
Çermikliler de Hekal Dağı’nın eteğinde Tepe Mahalle’de ve Gelincik Dağının altında Sinek Çayı’nın doğusu olan Aşağı Mahalle’de yaşarlardı.
Yazın Kaplıcaların olduğu yer “Hamam Başı” çok kalabalık olurdu; bahçelerde yazlıklar kurulur insanlar bahçede, bostanda yaşar, bağ bozumu sonrası Ekim ayında evlerine dönerlerdi. Gençliğimde bir çok kez ve en son olarak 2021 yılda Çermik’e gittim; eski güzelim Çermik gitmiş yerini plansız, mimari estetik güzelliği olmayan betonlaşma almış, sular ve bahçeler de kurumaya başlamıştı. Çermikle ilgili daha fazla bilgi edinmek isterseniz Ağabeyim Müslüm Üzülmez’in Yazılı Kaynaklarda Çermik kitabına bakabilirsiniz.
Bunları neden anlattım?
Hafızamızı tazelemek için.
Çermikli, Zaza Kürt olan; Türkçülüğün kuramcısı Ziya Gökalp’ı; Irkçılığa varan Türkçülüğün tırmanışa geçtiği bu döneminde hatırlatmak için.
Kürt coğrafyasında Ziya Gökalp, Zazalığına ve Kürtlüğüne kafesteki Abdullah dedemin kekliği gibi, soyuna, diline ihanet ettiği için sevilmez. Çermiklilerin çok büyük çoğunluğu Ziya Gökalp’ın Çermikli olduğunu dahi kabul etmez; “öyle bir ismi tanımıyoruz” derler. Türklerin kahir ekseriyeti de Ziya Gökalp’ı, Zaza Kürt olduğu veya ırkçı Türkçü olduğu için sevmez.
Soyuna ihanet eden Ziya Gökalp’ın durumu, dedemin boynunu çekip attığı keklik gibidir. Hani derler ya ne İsa’ya ne Musa’ya yaranabilme durumu!..
Ziya Gökalp da ne Kürtlere ne de erdemli Türklere yaranabildi; ırkçı/Türkçü düşünceleri ile Kemalist devletin, resmi ideolojisine dönüşen fikirleri, mundar olup ırkçı Türklerin elinde kaldı. Irkçı mundarlık durumu kötü koku saçarak Kürt ve Türk halkını rahatsız etmeye devam ediyor. Irkçı Türkler bir dönem daha onun ismini ve düşüncelerini tepe tepe kullanacaklar, o kadar!
Bu mundar isim ve ideoloji Türkiye halklarının derdine derman olmadı, bundan sonra da olmayacağı kesin!
Derman; halkları, inançları ötekileştiren ırkçı/ Türkçü/dinci ideolojide değil, onları kucaklayan demokrasidedir.
Kıssadan hisse: Siz siz olun, kendinize, arkadaşlarınıza, sevdiklerinize, ailenize, düşüncenize, inancınıza, sınıfınıza, doğaya, erdemli güzel insanlara, ulusunuza, halkınıza ihanet edip Ziya Gökalp gibi mundar olmayın derim.