Advert
DOLU ŞİŞE
Abdurrahman Üzülmez

DOLU ŞİŞE

Bu içerik 46 kez okundu.

Okuyucularımızın çoğu Ege Cansen’i tanıyordur muhtemelen. Özgün bir iktisatçı-yazardır. Yazarlığı, tarzları farklı ve onlar kadar velut olmasa da Burhan Felek veya Çetin Altan gibi fıkra yazarları ile karşılaştırılabilecek kırattadır Cansen. Karmaşık bir mesele ya da düşünceyi herkesin anlayabileceği bir üslupla anlatmakta ustadır.

Sosyal medyada onunla yapılan bir söyleşiye rastladım. Bu söyleşide basit bir gözleminden bahsediyordu. Bazı durumlarda birine bir şey öğretmenin zorluğuna dikkat çekiyordu. “Muhasebe anlatırken” diyor Cansen “en zor anlayanlar muhasebecilerdir.” Çünkü ne de olsa muhasebe biliyor. Böyle bir durumda mesela mühendisler meraklı olabiliyor. Tabirleri, yani terminolojiyi bilmiyor ya da pek aşina değil, bilanço nedir, aktif nedir, pasif nedir merak ediyor öğrenmeye çalışıyorlar. Öğrenmeye daha açık oluyorlar. Ama muhasebeciler ‘ben bunları biliyorum zaten’ diyor. Üniversitede bunun eğitimini gördüm diplomasını aldım, yirmi, otuz yıllık meslek tecrübem var. ‘Bu bana ne öğretebilir ki?’ diyor. Cansen bunu tanımlayan bir isim de bulmuş “dolu şişeye su konmaz” diye.

Biz buna “dolu şişe” sendromu diyelim.

Bahsettiğimiz bu sendromu özellikle az çok öğretmenlik tecrübesine sahip olanlar kendi deneyimleri ile de öğrenmişlerdir. Gerçekten de anlatmaya çalıştığınız şeyi zaten bildiğini düşünen birine bir şey anlatmak/öğretmek zordur. Hele hele bildiğinin tam doğru olmadığını, işin aslının biraz daha farklı olduğunu anlatmak daha zordur. Böyle bir durumda ‘öğrenci’ pozisyonunda olan kişi(ler) ya konudan kopar ya da dinlememeyi veya dinliyor gibi yapmayı tercih eder muhtemelen. Bu durumun doğal bir sonucu olarak bildikleri üzerine yeniden düşünmesi söz konusu ol(a)maz. Bundan dolayı bildiklerini güncelleyerek yeniden yapılandırması da mümkün değildir tabiatıyla. Keza varsa kendi eksiğini fark etmesi, bu fark edişin bir sonucu olarak eksiğini tamamlaması veya yanlışını düzeltmesi sözkonusu olmayacağı da açıktır.

Dolu şişe sendromu dediğimiz bu durum, aslında bir ruh hali olarak da düşünülebilir. Bu durumdaki kişi(ler) kendini en azından bazı konularda yeterli görmekten öte kimseden bir şey öğrenemeyeceğine, hiç kimsenin onun bildiklerinden daha fazla ya da farklı bir şey bilmediğine inanmaktadır. Gene “şişe” metaforuyla anlatayım. Oysa hiç kimse tam ‘dolu şişe’ ile mukayese edilemez. Hele hele bilim ve tekniğin bu kadar hızlı geliştiği ve dallanıp budaklandığı bir çağda en ‘dolu’ insan bile tam dolu değildir, ‘şişe’nin bir kısmı mutlaka boştur. Bundan dolayı yeni bir şey öğrenmenin kendini yenilemek ya da bildiklerini yeni formata uydurmak için baştan bunu kabul etmek, bu ruh halini aşmanın şart olduğu açıktır.

Bu sendromun ya da ruh halinin bazı yan sonuçları da vardır. Dinlemeyen, bir başka tabirle kulaklarını dışarıya kapatan bu kişi ‘bilmediğini bilen’ biriyse öğrenmeye ihtiyacı olmadığını düşünüyordur. Ancak çoğu kez kendini (dışarıya) kapatmanın nedeni bu değildir. Kulağına gelen seslerin ona uygun olmamasıdır, ona makul görünmemesidir sebep. Yani duymak, anlamak ve bunun sonucunda da gerekiyorsa fikrini değiştirmek istemiyordur. Kendi yaşamı ya da görüşleri ile uyuşmuyorsa başkasını dinlemenin faydasız olduğuna inanmaktadır. Bu da bir tür “dolu şişe” sendromudur.

Diğer taraftan asıl ihtiyaç duyduğu bu değildir. Onun için asıl ihtiyaç kendi doğrularının başkaları tarafından teyit edilmesidir, onaylanmasıdır. Ki bu durum, yani kendi doğrularını onaylatmak peşinde olmak ve bunu öncelemek de yeni bir şey öğrenmeye, “şişe”yi biraz daha doldurmaya mâni olabilir. Aramızda yaşayan kendi fikrinin teyit ve övgü bekleyen, hatta sorduğu soruda mütemadiyen bunu hissettiren kişileri hepimiz biliyoruz. Üstelik böyle kişilerin sayıları da pek az da değildir.

Burada bir parantez açarak bilim felsefecisi Thomas Kuhn’un “paradigma” kavramına değinelim. Kuhn ‘paradigma' kavramıyla bir bilime ait bilgilerin nasıl anlaşılacağını belirleyen temel çerçeveyi ifade eder. Ona göre eski kuşak evvelden beri öğrendiği, alıştığı ve hayatının adeta bir parçası gibi benimsediği paradigmayı kolay kolay bırakıp yeni paradigmaya uyum sağlayamaz. Onun için bir paradigmanın değişmesi için yeni bir kuşağa ihtiyaç vardır, yani en az bir kuşağın değişmesi gerekir. Kuhn ‘paradigma’ kavramını bilimsel bilginin değişimini açıklamak için kullanır, ancak sonuçta ‘insan davranışı’yla ilgili olduğu için diğer alanlarda da açıklayıcı olabileceği açıktır.

Tabi herkesin öğrenmeye kapalı olduğu da söylenemez. Her zaman öğrenilecek bir şeylerin olabileceğini düşünenler de az değildir. Ayrıca öğrenme sürecinin aynı zamanda yenilenme süreci olduğunun da farkındadır böyle insanlar. Bu süreç yeni şeyler öğrenmek dışında bazı şeylerin unutulması, “yanlış” olduğu fark edilen şeylerin ayıklanması ve sahip olduğumuz bilginin yeni duruma uygun olarak yeniden yapılandırılmasını gerektirir. Bu da çoğu kez entelektüel bilgi ve becerisi yeterli insanların harcıdır. Böyle insanlar için “dolu şişe” anlamsızdır. Çünkü nihayetinde bazı bilgi ya da yaklaşımlar da eskir, zamanın gerisinde kalır; günün ihtiyaçlarını karşılayamaz. Bazı durumlarda kısmi de olsa şişedeki su dışarıya dökülür. Bundan dolayı da mütemadiyen yeniden yeniden şişeyi doldurmak gerektiği açıktır. Üstelik şişedeki suyun azalması (unutmak) sadece bilinçli yapılmaz. İnsan beyni doğası gereği öğrendiklerinin bir kısmını unutur, kendince ayıklar, dışarıya atar.

Unutma ediminin bir sonucu olarak bazı hallerde de hatırlarız. Ki öğrendiklerimizden bazılarını unutmamız da öğrenme sürecinin bir parçasıdır. Unuttuklarımızın bazılarını ise (yeniden) hatırlarız. Bu da öğrenme sürecinin çizgisel değil, adeta sarmal nitelikte bir süreç olduğunu göstermektedir.

Son olarak belirtelim ki “dolu şişe” sendromu dolaysıyla bir şey öğrenmeyen insanların büyük ihtimalle farkında olmadıkları bir şey vardır. Yeni bir şey (bilgi) öğrenmeden dahi değişmemiz mümkündür, mesela bakış açımızı değiştirebiliriz. Nasıl mı? Bildiklerimizi yeniden yorumlamak suretiyle, sahip olduğumuz bilgiler arasında yeni bir hiyerarşi kurarak, yeni ve farklı bağlantıları fark ederek vs. Çünkü önemli olan öğrendiğimiz birbirinden bağımsız bilgilerin kendisi değil, hangilerinin daha fazla önemsendiği (ya da hafifsendiği), daha önemlisi bunların birbirleri ile nasıl ilişkilendirildiğidir. Paradigma(lar)ı belirleyen de bu bağlantılar ve bunun sonucunda ortaya çıkan sentezdir. Kulakları dış dünyaya kapalı insanlar ise bir paradigmanın sonsuza değin geçerli olduğu fantezisini gerçek zanneden, hatta onu mutlaklaştıran insanlardır. Bu sebeple bilinçli bir değişme/yenilenme süreci içinde ol(a)mazlar. Ancak onlar da diğer insanlar gibi değişirler, ama bu değişim doğaldır ki bilinçli değil şartların zorlamasıyla spontane (kendiliğinden) gelişir.

Vasat insanlardan nasihat dinleme durumuna düşmeden dinlemek, diğer insanları anlamak suretiyle kendimizi değiştirebileceğimizin farkında olmak. Ama sadece diğer insanlardan değil, yaşamın bizzat kendisinden ve kitaplardan da çok şey öğrenebiliriz. Öğrenmeye niyetimiz varsa tabi.

 

Sende Yorumla...
Kalan karakter sayısı : 500
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİRX
Ergani'den Diyarbakır'a büyük hazırlık
Ergani'den Diyarbakır'a büyük hazırlık
AK Parti Diyarbakır İl Başkanlığına Nebî Cami imamı atandı
AK Parti Diyarbakır İl Başkanlığına Nebî Cami imamı atandı