KOMPLO TEORİLERİ VE GİZEM
Abdurrahman Üzülmez

KOMPLO TEORİLERİ VE GİZEM

Bu içerik 47 kez okundu.

On on beş yıl önceydi. Eşim ‘bugün Kızılay’a gidelim mi?’ diye sordu. Ben de “tamam gidelim” dedim. O anda biraz gezeriz, açılırız dedim kendi kendime, belki bir kafeye gideriz, belki de sinemaya. Neyse, birlikte Kızılay’a gittik. Tabii benim safiyane hayallerim bir tarafa eşimin de planları varmış meğer. Beni bazı yerlere götürdü. Niçin mi? Alışveriş için tabii ki. Ben mi ne yaptım? Satın aldıklarının ücretini ödedim. Sonra da bunları eve taşıdım. Başka ne yapacağım, değil mi ama?

Her neyse. Yüksel Caddesi'nin Karanfil Sokak'la birleştiği kavşakta eşim bir dükkâna girdi. Bu dükkân kadın malzemeleri satan bir yerdi. Ben eşikten bir iki adım attım ki içeride sadece kadınların olduğunu fark ettim ve dışarı çıktım. Dışarıda dükkânın önünde de bazı malzemeler vardı. Can sıkıntısından bunlara bakarken biri dikkatimi çekti. Daha doğrusu ne olduğunu veya neye yaradığını anlayamadım. Birini elime alıp üzerinde ne yazıyor anlamaya çalıştım. Ama Türkçe bir açıklama yoktu. İngilizcesini okudum. Bir şey anlamadım. Arapçasının da olduğunu gördüm. Bu nesne her ne ise onun adının ne olduğunu anlamak için Arapçasını okudum. "Şeraitü'l-şem'" yazıyordu. Ne de olsa zamanında Emsile okumuşluğumuz var, çözerim dedim. ‘Şerait’ sözcüğü burada Atatürk’ün Nutukundaki gibi “şartlar” anlamına gelmiyor, ‘şeritler’ anlamına geliyor. Şem’ ise benim bildiğim “mum” anlamına geliyor. Vaktiyle okuduğum divan şiiri örneklerinde de bu anlamda kullanıldığını biliyordum. Ama ‘mum şeridi (bandı)’ ne ola ki. Anlamsız. Ben düşünedururken içeriden bir kadın çalışan geldi. Sigarasını yaktı. Söz konusu nesneyi göstererek bu çalışana ‘bu nedir?’ diye ona sordum. Cevap basitti. “Ağda bandı”.

Işık Kızıltuğ adında bir kadınla yapılan bir söyleşi ile karşılaştım. Sunucu hanımefendi zevkten dörtköşe, adeta büyük bir sırrı ifşa etmek için “aramızda Adem’den gelmeyenler de mi var?” diye soruyor. O da büyük bir ciddiyetle cevaplıyor. O cevap verince biz de ne kadar dünyadan bihaber cahillerden olduğumuzu anlıyoruz. ‘Ne anlatıyor?’ derseniz, çok şey, küresel elitlerin Adem soylu olmadığı, bunların kutsal kitapları tahrif ettiği vb. iddialar. Aslında bu iddialar da önemli değil, önemli olan bu iddiaların nasıl temellendirildiği. Meseleye bu açıdan bakarsak aslında bilimsel açıdan kanıt sayılabilecek bir gerekçe sunamadığını söyleyebiliriz. Bu manada sunduğu tek kanıt Rockefeller’in bu yönde bir açıklamasının olması. Böyle bir açıklama var mı, bilmiyorum. Gerçekten böyle bir açıklama varsa hangi bağlamda olduğunu vs. bir tarafa bırakalım. Bunun yeterli bir kanıt olmadığını izaha gerek yok. Rockefeller’in şöyle veya böyle demesi insanlıkla ilgili böyle bir gerçekliği açıklayamaz. Doğrudan kanıtlara ihtiyaç var. Ama kanıt olacak bir şey sunulduğu yok. Sadece manipülasyon ve gizem. İnsanlığa ait gerçekliğin komplolarla açıklanması mümkün değildir çünkü. Ama hem konun kendisi ilginç, ne de olsa gizem insanlarda merak yaratır. Dolaysıyla çok önemli bilgilere ulaştığı izlenimi vermek suretiyle gizemli bir hava yaratarak insanlar manipüle ediliyor. Bu durum sadece bir örnek olarak ismini zikrettiğimiz Işık Kızıltuğ’la ilgili ve onunla sınırlı değil. Çok önemli sırlara sahip olduğunu izlenimi veren, sosyal medyanın imkanlarından yararlanarak birçok meseleyi komplo ve güya diğer insanlar aptal olduklarından göremedikleri büyük gerçekliği açıklayan nevzuhur allameler(!) gani gani.

Bu allamelerin en önemli özelliklerinden biri de Amerikanca tabirle “big history” yapmaları. Yukarıda büyük gerçekliği açıkladıklarını iddia etmelerine değinerek bu duruma atıfta bulunmuştum. Çünkü big history bir şey üzerinden her şeyi açıklama iddiasını ifade ediyor zaten. Böyle bir anlayış bilimsel değildir, olsa olsa sahte-bilim yapmayı ifade eder. Çoğu kez teyit edilmesi mümkün olmayan varsayımlara dayanır. Bir maymuncuğun her kapıyı açmasına benzer bir şekilde her şeyi açıklar. Ama yanlışlanması mümkün değildir. Bizim sözkonusu ettiğimiz örnekte de bütün bir insanlık tarihi doğru olduğu teyit edilemeyen, bazıları ise düpedüz çarpıtılmış bilgilerle açıklanmaya çalışılıyor zaten.

Neyse biz gene “kanıt” bahsine dönelim. Işık Kızıltuğ dini açıdan ise önemli bir kanıt sunuyor. Bu kanıt Araf suresinin 19 ayeti. Kitabında gerekli olduğunda ayetlerin meallerini verdiğini ama bu ayetin son kısmını yazdığı kitapta Latin harfleriyle Arapçasını yazdığını belirtiyor. Belirttiği kısım şu: وَلَا تَقْرَبَا هٰذِهِ الشَّجَرَةَ (Vela takraba hazihiş-şecete) Ayetin bu kısmını anlamak için Arapça bilmeye gerek yokmuş. Buradaki ‘takraba’ kelimesi ‘akraba’, ‘şecere’de zaten şecere. Dolaysıyla meallerde yazan “fakat şu ağaca yaklaşmayın” çevirisi yanlışmış. Doğrusu şöyle olmalıymış. “Fakat şu şecere (soy) ile akrabalık kurmayın”mış. Ben demiyorum, Kızıltuğ anlatıyor. Ne büyük bir keşif değil mi? Peki bu şahıs Kur’an’ın inzal olduğu dönemin Arapçasını biliyor mu? Anladığım kadarıyla değil Arapçayı bilmek Arapça bir metni okuyup anlamak bir yana, bir metni yüzünden okumaktan dahi aciz. Arapça sözlüğe bakmayı becerebilir mi? Sanmıyorum. Kökeni Arapça olan ve Türkçede de kullanıyorsak bir kelimenin iki dilde de aynı anlama geldiğini zannediyor. Filoloji ve etimolojiye takla attıran hanımefendi kelimelerin dilden dile geçerken veya aynı dil içinde zamanla değişime uğrayabildiğinin ayırdında dahi değil. Yani önce bir Filoloji 101 dersini alması lazım. Seviye bu. Hal böyle iken meallerde yazanın daha güvenilir olduğu açık. Her ne kadar “şeraitü’l-şem’” ibaresini anlamlandıramasam da Türkçede soyun dallanıp budaklanmasına atfen soy (ağacı)na ‘şecere’ denilse de kelimenin orijinal kaynağı Arapçada “ağaç” anlamına geldiğini biliyorum. Kısacası en azından mü’minler açısından önemli bir delil olan ayeti de Arapça değil Türkçe düşünerek anlamaya çalışıyor. Bilerek veya bilmeyerek çarpıtıyor. Kaldı ki bağlamı doğru anlamak için ayetin siyak ve sibakına (yani öncesi ve sonrasına) bakıldığında Adem ile Havva’nın cennetten kovuluşunu anlatıldığı bu ayette (ayrı) bir soydan olanlara gönderme yok. Dolaysıyla ‘işaret edilen (hazihi) ağaca yaklaşmayınız’dan başka bir anlam çıkarmak mümkün değil.

Ne anlatmaya çalışıyorum? Anlatmak istediğim, büyük büyük iddialar ortaya atan böyle bir sözde allamenin metin okuma, lisan ve tarih metodundan nasipsizliği. Hal böyle iken maşallah her şeyi bilmesi. Bu özgüven de dikkat çekici.

Özetle aramızda ana-akım bilim ya da din bilginlerinin anlattığı anlatının yanlış ya da yetersiz olduğunu, her şeyi kendisinin daha iyi anlattığını savunan azımsanmayacak sayıda insan var. Bunlar içinde gerçekten kendisini iyi yetiştirmiş az sayıda kişi olabilir. Ancak çoğu şarlatan. Aslında kendileri yetersiz bu kişilerin. Ama genel kabul gören anlatıya karşı çıkmanın cazip olduğunun farkındalar. Yöntem bilgi ve becerisi bakımından yetersiz olan bu insanlar, bu boşluğu çoğu kez komplo teorileri ve gizemcilikle dolduruyorlar.

Bu gibi kişiler çarpıtılmış tezler üreterek toplumun üzerine boca ettikleri yalan yanlış bilgileri yayarak toplumun gerçeklikle bağını zayıflatıyorlar. İnsanlar emin oldukları konularda dahi kafa karıştırıcı başka hikâyeler anlatıyorlar. Post-truth demek zaten bu. Sosyal medya çağı bu şarlatanlara istedikleri fırsat ve imkanları sunuyor. Düz ve basit gerçekliği anlamak için kafa yormaya gerek görmeyen çoğu sıradan insan için gizemli olduğu için merak uyandırıcı, farklı olduğu için ilginç ve bir bütün olarak gerçekliği anladığını ileri süren komploların açıklama kapasitesi cazip. ‘Daha ne olsun’(!) diyenlerimiz olabilir. Bu sözde teorileri üretenlerin eksiklikleri ise çok. En önemlisi de gördükleri ve okuduklarını anlama becerisinin zayıflığı, yetersiz bilgi ve metodolojiden bihaber olmaları.

DİĞER YAZILAR
Sende Yorumla...
Kalan karakter sayısı : 500
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİRX
Ensarioğlu, AK Parti’ye neden geçtiğini açıkladı
Ensarioğlu, AK Parti’ye neden geçtiğini açıkladı
Dünyanın en sıcak Kayak Merkezi: Diyarbakır'dan 7’den 70’e akın var
Dünyanın en sıcak Kayak Merkezi: Diyarbakır'dan 7’den 70’e akın var