Böyle bir başlıktan sonra nasıl bir yazı yazılması gerektiği konusunda doğrusu bu coğrafyanın parametreleri açısından sıkıntı duyduğumu belirterek satırlara dokunmak istiyorum.
Bu kişisel bir kaygı değil
Korku, hiç değil.
Sıkıntı, Kürt sorununun içine sıkışmış gerçekler.
30 yılı aşkın bir süreyle tanımladığım gazetecilik yaşamımın 1990’lı yıllarına denk gelen Hizbullah yapılanmasının bugünlere yansıyan evriminin nerede ve nasıl bir duruş sergilediği ile ilgili yorumda zorlanma biçimlerinin sıkıntısı var sadece.
Dicle Üniversitesinde öğrenciler arasında başladığını gözlemlediğimiz, kutlu doğum haftası afişlerinin asılması bahanesinden kaynaklı olayların temel nedenleri konusunda kafamızı mümkün olduğunca zorlamaya çalışıyoruz. Önümüze neden ve niçinler içeren soru işaretleri çıkıyor.
Dicle üniversitesi Diyarbakır kentine ait bir öğretim kurumu. Bu aidiyet yeni olmadığı gibi, siyasi yapılanması bakımından/Rektörlük/yönetim kademeleri hariç/sol-sosyalist-demokrat-Kürtlük unsuru ön planda olan bir üniversite. Kutlu Doğum haftası, PKK, Kürt gençliği üniversitenin yabancısı olduğu bir durum değil. Bütün bunlara rağmen, 2013yılı eğitim-öğretim döneminde, PKK ile devlet arasında yürütülen ‘çözüm ve barış’ süreci evresine denk gelen üniversitedeki çatışma ortamının ne anlama geldiği konusundaki soru işaretinin cevabı da henüz net değil.
Dicle’den diğer üniversitelere sıçrayan olayların seyrine baktığımızda, spontan gelişen bir durum olmadığı yönünde kötü düşüncelerden kafamızı arındıramıyoruz. Zaten daha sonra yapılan açıklamalardaki, ‘olayların uzamasının sorumluları solculardır’ biçimindeki açıklamalar da adresin sadece Diyarbakır la sınırlı olmadığı yönünde ipuçları veriyordu. istanbul üniversitesinde kar maskeli grupların açıklama yapmak isteyen öğrencileri engellemek istemesi de durumun genel bir organizasyona hitap ettiğini net bir şekilde ortaya koydu.
ilk etapta ‘masum öğrenci’ talebinin Hz. Muhammed ismiyle buluşturulmasının toplumda yaratacağı infial üzerinden yürütülen 3 günlük gerilimin ardından yapılan açıklamalardan, alınan tavır ve davranış biçiminden bu kesimin önümüzdeki süreçte toplumu yönetmeye aday olduğunu hissettirme çabalarına tanıklık ettik. Üniversite kampusundan yükselen ‘Tekbir’ seslerindeki şiddetin dozunun kardeş yaralayan cinsten olduğunun farkını henüz yakalayamayan bir kesimin varlığının Kürdistan coğrafyasının siyasal ve toplumsal manada kat ettiği mesafeye henüz çok uzak olduğunu da gördük.
Üniversite yönetimiyle ilgili çok fazla şey söylemek istemiyorum ancak ‘Çanak’ tutuculukları belli bir kesimin alkışını hak ediyor. Ancak, özelde Diyarbakır genelde Kürt coğrafyası ve Türkiye’nin demokratikleştirilmesi için çaba verenlerin alkışını hiç mi hiç hak etmiyor!
Diyarbakır’da 1990’lı yıllarda defalarca seyrettiğimiz filmi başa alma gibi bir kanaatin varlığını yakalayan kent kamuoyu sonunun acıyla bittiğini bildiği bu filmi gençlere seyrettirmemek adına kararlı davrandı, temelde Kürt, ancak özelde Yurtsever/sosyalist veya islami gençlerin birbirlerini kırmasına izin vermedi.
Bugüne kadar bu denli olaylara tanık olmadığımız Dicle Üniversitesinin odak seçilerek, islami değerler üzerinden yeniden ‘Hizbullah’ korkusu veya algısı yaratmanın kimseye yarar getirmeyeceği çok açık. Savaşın en şiddetli olduğu zamanlarda bile üniversitede bu gibi olaylar yaşanmazken, PKK’nin ateşkes ve silah bırakma gibi son derece anlamlı kararından hemen sonra bir fitilin ateşlenmiş olması karşısında kent bileşenlerinin aldığı tavır son derece önemli ve anlamlı olmakla birlikte, Kürtlerin kendi arasındaki farklılıklarının birlikte yaşam koşullarını dinamitleyecek bir durumun henüz başındayken, daha önce izlediğimiz filmin tekrarına izin verilmemiş olması da şimdilik kaydıyla önemliydi. Türk-islam sentezinde yakalanan başarının Kürt-islam senteziyle buluşturma çabasının demokrasiye bir katkısının olmayacağının kavranmasında yarar var.