Günümüzde siir yazan çok, ama ne yazik ki güzel siir çok az. Ama Misbah Hicri’nin yeni yayinlanan Tarihsiz ve Talihsiz Siirler kitabinda yer alan siirleri fazlasiyla begendim.
Siir, siir yazmak için yazilmaz bence, içten gelmelidir. Yazarken, siirin temasi su olsun bu olsun diye de düsünülmemelidir. Sair, esinlendigi anindaki duygu ve düsüncelerini bazen çok yalin, bazen de güçlü imgelerle bir kurgu dâhilinde sözcükleri kâgida nakis gibi islemelidir. Sair sabir, yogunluk, tarih felsefesi bilinciyle yogrulmus evrensel boyutlu insanin hayati algilayis biçimini ve yasayisini kendisine rehber edinmelidir. Anlam yüklü sözcükleri doga, bilinç ve insan üçgeninde bir uyum dâhilinde matematiksel dizebilmelidir. Bilmece gibi olmasina, sadece imgelerden olusmasina gerek yoktur. Çetrefilli olmasi gerektigini sanmak ise hiç dogru degildir. Makbul olan dizelerin hayata dair olmasidir. En usta sairler en sade yazan sairlerdir. Can Yücel, “Siir, evrenin içinde büyük seslerin molekül ve atomlardan baslayan bütünlügü, bu bütünlügün müzigidir” der. Böylesi bir müzigin icra edilmesi zahmetlidir, ugrasi ister. Icra edilen iyi bir müzigin dinlemesi ise zevklidir. Insana keyif verir. Misbah Hicri’nin Tarihsiz ve Talihsiz Siirler kitabinda yer alan siirler keyifle okunacak ve üzerinde çokça düsünülecek siirlerdir.
Her sair dogal olarak yasadigi cografyanin dogal, kültürel ve sosyal yasamindan etkilenir ve yeri geldiginde de bu etkilenmeler siirlerinde dizelerine yansir. Ege bölgesinde yasayan bir sairin dizelerinde zeytin agaçlarinin, tütünün, balikçilarin, denizin, balik türlerinin, kiyiyi döven dalgalarin, askin, sevdanin yer almasi ne kadar normal ise, Urfa’da yasayan Misbah Hicri’nin de dizelerinde daglarin, çölün, sinirin, yoksullugun, kaçagin, mayinlarin, kimligin, anadilin ve “sokaklara çikilmayan gecelerde ”deki failli meçhul ölümlerin yer almasi da bence o kadar normal: Sairin mensubu oldugu topluma karsi bir sorumlulugu oldugu unutulmamalidir.
Bu nedenle, Misbah Hicri siirsiz yapamaz. Siir onun her zaman umudu ve sesi olmustur. Siirlerini bazen Kürtçe, bazen de Türkçe yazar. Siirleriyle çizer dünya haritasini. Ona göre “hayat siirsiz olmaz” ve “sairler susunca hayat çekilmez olur.” “[S]abikali yazildik kütüklere bir baska yarina” der ve hemen ardindan da “ak güvercin kanadindan süzülmüs,/ kertenkelenin yangina tasidigi su misali” “coskun irmaklar kadar berrak” olan sözlerini sunmaya çalisir. (s.37-38) Kapilir misralarin gizemine, gökkusagi mektuplar düsürür ceplerinden. Hani denir ya: “dag basi dumansiz,/ gönül sevdasiz olmaz.” (s.63) Misbah Hicri’n ki de o hikâye.
M. Hicri siirlerini derin bir tarih felsefesi bilinci ile yogurmus diyebilirim. Yazdiklari Sark melankolisi degil, evrensel duyarlilikla kadim bir cografyada varligi inkâr edilen, zulüm gören ve her seye ragmen var olmaya çalisan “tarihsiz ve talihsiz” bir halkin dünden bugüne yasanmisliklarinin siiridir.
Bugün “Kürt Sorunu”, “Türk Sorunu”, “Çözüm Süreci”, “Âkil Insanlar” ve MIT-Imrali-Kandil-BDP-AKPARTI trafiginde “çözüme” çalisilan konularda çok seyler söyleniyor, çok seyler yaziliyor. Oysa Misbah Hicri gibi sairlerin azicik sesine kulak verilse, bu sorunun derinligi daha iyi kavranir ve de çözümü de daha sancisiz gerçeklesebilir. Örnek olarak “Kimligim ve Ben” baslikli siirini verebilirim. Sair duyarliligi ve yanik yüregiyle “sorun”un kaynagini ortaya koyus biçimi önemli çünkü:
“kirk kapi ardina kilitli umutlar,/ masallarla uyutulmus düsler,/ parmak izinde aranir,/ mühürler basili yüzümüzde./ tarihin elleri ardinda bagli, /yürümüs kimligim dünden bugüne.”
…
“kutsal kitaplar yeminle gelir,/ koynunda saklayarak kimligimi,”
…
“enlem ve boylamlar arasinda,/ sinirlara direnir varligim./ kan gölü daglarin orta yeri,/ agitlar anadile hasret.”
…
“yazitlarda kurumus alin terim./ tarih dalgalanir saçlarimda./ yeniliklere gebe dünya,/ adaletin kalemi dogrultmaz, dinmez daglarin ugultusu./ coskusu sularin,/ kimligim çika gelir,/ müjdeleyerek baharlari./ utanir ates, yangin olmaktan,/ görünce yani basinda barisi.” (s.21-23)
Kadim cografyada yasayan birinin “Arap Bahari”na ilgisiz kalmasi na-hos olur. Su dizelere sairimizin bir selamlamasi da diyebiliriz bence: “o nil, bu firat/ mekik dokur kelaynaklar,/ selam götürür bahari getirirler,/ göçebe kanatlariyla./ kivrildikça nehir imkânsiz uzakliklara./ umut dagitir, yasam verir/ sevdalari düser türkülere.” (s.70
Kâwa ve Newroz’suz olunur mu, olmaz: “ay ve günes suskun bakar,/ üsütür iliklerimi karacadag,/ avuçlarinda kurtardigi beyinlerle/ çika gelir karsima kâwa./ tarihten gelen sesiyle.” (s.78)
Karacadag’a da seslenir, kelimeler yüz üstü vurulur: “bozguna ugramis halin,/ bêje çiyayêres,/ ceylani nasil yem ettin kurda./ soguk sularin çöle durmus,/ kekligi kafeslemisler,/ ihanetin sesi yakarken bagrini/ yitip gitmek mi yoksa,/ yeniden patlayip hükmetmek mi azmin.” (s.89)
Dicle ve Firat ise sairimizin dizelerinde sadece bir akarsu degildir. Kadim tarihin sesidir ve “medeniyetlere can veren su”durlar. Bazen de kiyilarinda “bir çobanin isligi, pesinde sürüsü/ el ele sevgilere yürür bagri yanik/ kervanlar konar, kil çadirlar kurulur/ halaylar direnise durur./ selahattin eyyubi gelir tüm heybetiyle,/ ferman dürülür,/ dicle kudurur.” (s.111)
Bazen de Ilisu barajini yapmakta inat eden anlayisa karsi “aglamaya degil leyli gecelerde/ direnmeye açilir gözlerim” der ve “berxwedan jiyan e” diye haykirir. Hasankeyf’in baraj sulari altinda kalmasiyla tarihin de sular altinda kalacagi uyarisini yapar: “yüregim ezim ezim/ dalga dalga bogacak kavgami/ adim adim iz be iz,/ dicle göl olup tarih viran/ hasankeyf gidecek yasama baslik çeyiz.” (s.113) Devaminda ise “sildi sevdalarin adlarini/ bir sehri yok sayma adina,/ bir deprem misali eriterek semsur’u” der. Ve sonrasinda: “dalgalari firtinalar üretir./ battikça sularin yuttugu tarihe./ cennet bir parça cografya/ adressiz bir yasam baslar, /tarih aglar, aglamakta insanlar,/ yokla var olmanin arasinda,/ semsur, samsat aglar.” s.120)
Kederi kader bilen kadinlar unutulur mu, na-mümkün: “kaynar mahpushane cezvesi gözleri,/ hüzün damlar, aci damlar, yar damlar./ ümitleri filizlendikçe dal, çiçek,/ agaran saçlarindan derin çizgilerine,/ sevgi damlar, hasret damlar, ar damlar.” (s.97)
Sabirin simgesi Eyyub’de unutulmaz, Lâin’lere inat dizelerde yerini alir: “tükendi çilesi eyyub’un/ döküldü yaralar, degdikçe su// sönmüs ocaklar senlenirken/ kapandi kötülügün kuyusu// isigi yakalamakti gayesi/ direnmekti fitne-fesada// erdirdi muradina onu sabir/ ondan kaldi sabir seda” (s.52)
“Zînê” baslikli siirinde ise, tarihsiz tarih dile gelir: “ur’la baslayan kavgan,/ edessa ile senlenir sesin./ ibrahim’i yakmayan alev,/ nemrudi bir zulümle harlanir,/ babil’in asmalarindan,/ kopmus sözlerin, ninova önlerinde/ andikça kanar bir yerlerim.” (s.148)
Kisacasi, siir okumayi seven ve zaman zaman da siir yazan biri olarak sunu söyleyebilirim: Tarihsiz ve Talihsiz Siirler’de sözcüklerin seçimi, sözcüklerin dizilimi, dizelerin olusumu, sözcüklerin ve dizelerin uyumu; yazim kurallarindaki basari, büyük harflere öncelik tanimayip tüm dizelerin küçük harflerle yazilisi, tarihin dizelerdeki yer alisi, Dogu’nun mistik kavramlarini harmanlayisi, kurgu ve içerigi çok güzel.
Arkadasim eline ve yüregine saglik.
Künyesi:
Misbah Hicri, Tarihsiz ve Talihsiz Siirler, Kent Isiklari Yayinlari, Ist.-Aralik 2012, 158 sayfa.
Berfin Bahar Dergisi
Sayi: 183, Mayis 2013, s. 66-67.