ingiltere’nin Kürdistan Yüksek Temsilcisi Bayan Rahman yaklaşık bir yıl önce verdiği röportajda, Kerkük’ün durumunun Kürtlerin rüyasına uygun bir yola girdiğine işaret eden bir açıklama yapmıştı.
Bayan Rahman; “iç savaş ve diktatörlük bizi Irak’tan ayırır’’ demişti.
Rahman, bu açıklamayı yaptığı sırada Maliki ve Barzani arasında ‘Kerkük’ kapılarında soğuk rüzgârlar esiyordu.
Maliki’nin, anayasayı ihlal ederek Kerkük referandumunu ertelemesi, Kürt bakanların kabinede çalışma koşullarını ortadan kaldırması, Kürt milletvekillerinin uzun bir süre parlamento çalışmalarına katılmamış olması, Kürtlerin birlikte yaşam için gösterdiği sabrın son sınırını giderek zorluyordu.
Özellikle Kürt bakanların hükümetten istifası da sürecin sancılı olacağı yönünde bir fikir veriyordu. Arap bölgelerindeki sıkıntılarının yönünü özellikle Kürdistan bölgesine çeviren Maliki’nin gerçek niyetinin odağında Kerkük meselesinin olduğunu biliyoruz. Kürtlerin en hassas olduğu bu alan üzerinden politika yürüten Maliki, 140. maddenin uygulanması karşısında gösterdiği direniş, zaman ilerledikçe Kürtlerin öfkesini daha yoğun çekmeye başladı
Bayan Rahman’ın ingiltere’de verdiği röportajdaki, “iç savaş ve diktatörlük bizi Irak’tan ayırır’’ cümlesini bugünkü mevcut durumla buluşturduğumuzda sıradan olmadığını, rastgele kullanılmadığını, ‘mesaj’ içerikli olduğunu anlayabiliyoruz.
Bağdat-Erbil eksenli sıkıntı, Ankara-Erbil-Bağdat hatta ABD eksenli bir sıkıntı olarak karşımıza çıktı. Federal Kürdistan Yönetimi ile Ankara arasındaki ‘petrol anlaşması’ görüşmelerinden dolayı ‘Baypas’ olmuş konuma gelen Bağdat yönetimi ve Maliki, anlaşmanın geçerli olabilmesi için Irak merkezi yönetiminin de anlaşma masasında olması için dayatıyor. Karşılıklı dayatma gördüğümüz kadarıyla diplomatik dayatmanın ötesinde bir durumun ortaya çıkmasına neden oluyor.
‘Petrol ve Kerkük’ gibi uluslar arası çok önemli iki unsuru kontrolünden kaçırmak istemeyen Mesut Barzani’nin stratejik bakımdan çok ciddi bir noktaya geldiğini görmekte yarar var. Kürt bölgesi petrol rezervi açısından dünyada dördüncü sırada. Kerkük Kürt bölgesine resmen dâhil olduktan sonra ise üçüncü sıraya yükselecek. Böyle bir konumdan vazgeçmeyecek olan birinci aktör elbette ki Mesut Barzani olacaktır. Türkiye ve ABD’nin ise; petrolden kaynaklı gelecek kaygısını bu zeminde değerlendirmesinden daha doğal bir durum olamaz.
Bu nedenledir ki; Barzani Maliki’nin ince ayarlı tehditlerine karşı önceden olduğu gibi şimdi de net cümlelerle rest çekiyor. Bayan Rahman’ın bir yıl önceki “iç savaş ve diktatörlük bizi Irak’tan ayırır’’ açıklamasıyla, Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani’nin federal Irak Başbakanı Nuri El Maliki’ye, “Baskıyı sürdürürsen Kürdistan’ı ilan ederim” mesajındaki örtüşme, sanırım bundan sonraki gelişmelerin nasıl olacağı yönünde bir fikir veriyor.
Bu açıklamaları yapan kişiler Federal Kürdistan Bölgesi ingiltere Yüksek temsilcisi ve Federal Kürdistan Bölgesi başkanıysa, ayrılma ve Kerkük’ün Kürdistan coğrafyasına alınması gibi bir durumu gözden kaçırmamak gerekiyor. Bu anlamda yapılacak bir analiz hayalci olmaz.
Bu analiz çerçevesinde; petrol ile ilgili anlaşmaların Türkiye’de yürüdüğü söylenen bizlerinde demokratik yöntemlerle yürümesi gerektiğine inandığımız ‘Barış Süreci’nin yürüyüş biçimlerine katkısı olacağı muhakkak.
Ve galiba; müzakere ve diyalog süreciyle ilgili taraflar arasında olması gerektiği ileri sürülen 3’üncü göz, yani hakemlik görevi yapacak olan unsur belki de petroldür.
Çünkü herkesin, herkesimin üzerinde mutabık kalacağı/Kaldığı çok güçlü bir unsur. Niteliği gereği hem ‘barış’ hem de ‘savaş elçisi’ olacak güçte.