Son dönemlerde toplum manşetlerinden düşmeyen çevre konusu genel hatlarıyla çevre sorunu olarak tezahür ediyor. Çarpık kentleşme, Teknolojinin gelişmesi, Sanayileşme, Kontrolsüz nüfusun oluşturduğu portre ekosistem tabanlı yaşam ünitesi üzerinde şiddetli bir baskı kuruyor. Ekosistemin vazgeçilmezi olan hava, yaşam kaynağı statüsündeki su ve ata mirası diye nitelendirdiğimiz toprak sürdürülebilirliği risk altına girmiş ve kirlenmelerinden kaynaklanan yaşamsal sorunları beraberinde getirmiştir.
Henüz ülkemizde küresel ısınma ciddiyetinin farkında olmayan insanlarla aynı atmosferden havayı solumak olağan üstü şaşkınlıkları beraberinde getirmektedir. Ülkemiz dünyada toplam karbondioksit salımında, 2005 yılı verilerine göre, Avrupa Birliği ülkeleriyle karşılaştırıldığında yıllık 215,9 milyon tonla yedinci sırayı kimseye vermiyor ve hırslı bir şekilde daha ön sıralara yerleşmeye çalışıyor. Sanayi sektörü salımlarındaysa ilk sırada. Türkiye'de üretilen tehlikeli atık miktarı belirsiz, sanayide üretilen ve kullanılan kimyasallar ve ortaya çıkan atıkların niteliği ile ilgili hiçbir envanter çalışması bulunmuyor. Su kaynakları an be an azalıyor, 24 yıl önce kişi başına 4 bin metreküp su düşerken, bugün 1,4 metreküp su düşüyor. ''SU FAKiRi'' ülkeler arasına çoktan girdik. Ülkemizde biyolojik çeşitlilik çeşitli şekillerde toprağın bozulması ve doğal kaynakların yok olmaya başlaması yüzünden tehdit altında. Korunan alanın tüm alanlara oranı sadece %1. Gen kaynaklarımızın bir envanterine sahip olmadığımız gibi her yıl 2 milyona yakın genetiği değiştirilmiş mısır, soya, pamuk ve kolza tohumu kaçak olarak Türkiye'ye sokuluyor. Erozyon sonucunda yılda 500 milyon ton verimli toprak kaybediliyor. Her yıl 80-100 bin dönüm orman yanarak, 4-7,5 bin dönüm orman ise tarla açma ve yerleşme sebebiyle yok oluyor.
Düzensiz kentleşme, atık sular, altyapı noksanlığı, yanlış turizm ve kontrolsüz avcılık yüzünden denizler ve kıyılar kirleniyor. Termik santrallerin Türkiye'nin toplam karbondioksit salımında önemli bir sırada yer almasına, çevreye ve biyolojik çeşitliliğe zararları tespit edilmesine rağmen yeni termik santraller planlanıyor. Her türlü atık sorunu, nükleer silahlar, demode teknolojinin halen kullanımı ve yüksek ekonomi ile zihinde canlanan nükleer enerji önümüzdeki yıllarda toplumun mağduriyetlerini ön plana çıkaracaktır. Toplumsal kalkınmanın en önemli araçlarından biri sayılan barajların sürdürülebilirliği, olumsuz sosyo-ekonomik ve çevresel etkileri üzerinden tartışılmaktadır. Binlerce yıllık tarihiyle kültürel değerlerimizi içinde barındıran Hasan-keyfin (Batman) baraj suları altında kalması ülke tarihimizin umutsuzluğa gebeliğini öne çıkarıyor. Ülkemizin verimli ormanlarının bulunduğu yerlerinden olan Amasra, Zonguldak gibi ekolojik döngüye ev sahipliği yapan, biyoçeşitlilik zenginlikleri bakımından ülkemizi temsil edecek nitelikteki yerlerde yapılması planlanan Termik santraller, Hesler, Doğal Yaşam yerlerini yokuşa süren yabani madencilik Artvin’de, Kazdağları’nda, Uşak’ta ve daha bilmediğimiz bir çok yerde ev sahiplerinin, uzmanların, yaşam aktivistlerin ve konuya duyarlı vatandaşların eylem, protesto ve direnişleri ile karşılaşıyor.
Bu ve buna benzer binlerce somut örnekleri çoğaltabilmemiz söz konusu olmakla birlikte hayatın ne denli zor bir sınavla karşı karşıya kaldığının göstergesidir. Biraz daha ayrıntılı düşünürsek insanın doğa ile girdiği tahakküm ilişkisinin son yıllarına bakarsak bile bu sonuç şaşırtıcı gelmiyor. Maalesef bu madalyonun sadece ve sadece görünen yüzü.
Özellikle çevre konusuna değinmek ve bu yoldaki sorunları çözüme ulaştırabilmek için toplum yararına çalışan bir çok çevre kuruluşunun, başka bir bölgede yaşayıp bu sorunların yoğun yaşandığı farklı bir yöreye destek veren insanların, uluslar arası platformlarında bu ve benzeri konularda verdikleri emek ve çabalarda vardır.
Önümüzdeki hafta bir aksilik olmazsa çevre sorunlarımıza karşı biz vatandaşların üzerine düşen görevleri ve bu zorlu maratondaki ödevlerimiz hakkında yazmaya çalışacağım.
''ASLAN YATTIĞI YERDEN BELLi OLUR''