Yerel tarih çalışmalarıyla ilgili çeşitli üniversitelerin tarih bölümü öğrencilerinden iletiler, mektuplar ve telefonlar alıyorum. Çoğunluk bilgi ve belge istiyor; kimi de yol, yöntem konusunda görüş soruyor.
Öğrencilerin yaptığı veya yapacağı yerel tarih çalışmaları/tezler mecburiyetten, okul bitirme amaçlı olduğundan gerçekleri yansıtması çok zordur. Bu tür çalışmalar genellikle devletin, muktedirin, bağlı oldukları üniversitelerdeki hocalarının istekleri doğrultusunda olur, oluyor. Örneğin, öğrencilere bazı konuları araştırmalarını ve bunları çalışmalarında işlemelerini söylediğimde; “Abi, dediğin konuları eğer yazarsam tezim kabul görmez. Hocam kabul etmez” türünde hemen sitemlerini bildirmekteler. Ayrıca kabul görmüş klasik tarihin konuları da zaten bellidir: Kral, padişah, paşa ve kahramanlar, “hainler” “arkadan hançerleyenler”… Böyle olunca her yazıcı kendi tarafının anlı ve şanlı olduğunu yazar, liderini över (dua eder), düşmanını söver (beddua eder). Padişahı/kral delide olsa, toz kondurmaz. Velhasıl tarih yazımında nesnel olmak hiçte kolay değil!
Geleneksel tarih, elekten geçirilmiş bilgi ve belgelere dayanılarak yazılmış tarihtir. Taraflıdır. Kutsanmıştır. Çoğu gerçek değildir. Her şey tarih yazıcısının nerede durduğuna ve hangi tarafta olduğuna bağlı. Tarafsız gibi olunsa bile; “Tarihin işleyen yasalarını tarafsız bir gözle göremeyiz. Keşfedemeyiz. Politik tutumumuz, dünya görüşümüz, eğitimimiz neyse, ona göre anlarız...”. Yani, tarihçinin yazdıkları değer yargılarından, belleğinde kayıtlı olan kavramlardan azade değildir.
Üniversitelerimiz zaten içler acısı bir durumdadır; “bilim etiği” ya da “akademik etik” kapısından içeri girmez, giremez. Tarih yazıcılarının çoğu “sakatlanmış bilgi”lerle yanlışı (eğriyi) doğru gibi göstermeyi görev edinmişlerdir. Böylece hem kendilerini ve hem de başkalarını kandırmaya çalışıyorlar. Ama kandırılmaya çalıştıkları o “başkaları” bir gün gözlerini geçmişin ve bugünümüzün gerçeklerine açtıkları zaman ne olacak? Hakikat ortaya çıktığında yalancının mumu sönmeyecek mi? Yazılanların bir işe yaraması için hakikati içermesi, nesnel olması lazım.
Yerel tarih çalışmaları mecburi, görev gereği yapılan bir iş değil, çoğunlukla bir zevk işidir. Kaynağı, meraktır. Sorumluluk duyularak yalan yanlış yazılanlara ve bilgi kirliliğine karşı duyulan bir tepkinin sonucu bazen yazanlar olsa da; zevkle çalışmak, zevkle bilgi ve belgeleri gün yüzüne çıkartmak hem çok daha keyifli, hem de propaganda içermeyen doğru bilgileri kamuoyuna sunmak çok önemli iş ve bir gerekliliktir. Zaten tarihin lezzeti buradadır. Ustalar boşuna mı “tarih hakikat olanı, bilim gizlenmiş olanı açıklar” diyor.
Tarihi her malzeme, tarihi her kaynak çok çok önemlidir. Bu nedenle yerel tarih çalışmalarında en başta yapılacak iş bilgi ve malzeme toplamaktır. Mevcut bilgi ve belgelerin yanında farklı yeni kaynaklara ulaşmakta çok önemlidir. Sonrasında edinilen bilgi ve belgelerin tümünün dikkatlice tasnifi yapılmalı, incelenmeli ve kullanılacak olanlar ayrılmalıdır; arşiv belgeleri genelde egemenlerin çıkar ve anlayışına göre düzenlendiği için, arşiv belgeleri çok ustalıklı kullanılmalıdır. Böyle yapıldığı zaman inandırıcı yeni bilgilerle esaslı bir çalışma ortaya çıkarılmış olunur.
Yerel tarih çalışmalarında mekânlar da çok önemlidir. Yaşanılan mekânlar yok olsalar bile, insanlar bir kısmını anılarında yaşatır ya da belleğinde uzun süre taşır ve sonraki kuşaklara bir kısmını aktarır. Hişyar Özsoy’un da dediği gibi; “Muktedirlerin baskı ve susturma rejimleri ne denli şiddetli olursa olsun, mekânlar hafızaları durmaksızın çağırmaya devam ederken, kültürel hafızalar da inat ve yaratıcılıkla mekânlara tutunmanın, mekân üzerinde hak iddia etmenin ve mekân üretmenin yollarını bulurlar.” Bundan dolayı yaşlı insanlarla, bilgi sahibi olanlarla mutlaka konuşulmalı, anlatılanlar yazılı ve görsel kayıt altına alınmalıdır. Yani bir nevi sözlü tarih çalışması yapılmalıdır. Çünkü sözlü kaynak çok önemli ve özellikli bir kaynaktır. Sözlü tarih, egemenlerin, egemen anlayışın görmediklerini, görmek istemediklerini görmektir. Sözlü tarihe deruni anlamını veren bu yanıdır.
Çok bilinen bir gerçeği de burada anmalıyım. Sözlü kültürde yaşayan toplumlar ailelerin, toplumların nasıl doğup geliştiğini becerileri ölçüsünde hep aktarmak istemişlerdir. Bizde bunun en iyi örneği dengbêjlerdir. Zaman ve mekân içinde anlatılanlar farklılık gösterse de, dengbêjler “geçmişte olmuş olanları” nesilden nesille aktararak bilginin yok oluşunu önledikleri gibi, farkında olmadan toplumsal hafızanın oluşumuna katkı da sunmuşlardır.
Kısacası: Türkiye üniversitelerinde tarihle ilgili yazılanların çoğu doğru değildir. Tarihçilerin çoğu gizliden veya açıktan resmi ideolojinin, Türk milliyetçiliğinin, Türk-islam Sentezi görüşlerin propagandasını yapmaktadırlar. Bunlar tarihle ilgili çalışmalarını yaparken de maalesef kendi inanç ve kimliklerini geride bırakmayı hiç akıllarına getirmeyi düşünmezler. Kürtlere ve Ermeniler dair yazılanlar bunun en iyi kanıtıdır.
Günümüzde yerel tarih çalışmalarına çok önem verilmekte, alternatif tarihin altyapısı olarak görülmektedir. Yapılan her yerel tarih çalışması bu anlamda çok önemlidir, küçümsenmemelidir. Tarihe dair yeni şeyler söyleyeceksek eğer, söyleyeceğimiz yeni şeylerin birçoğunu engelleyici kösteklere rağmen inançla, ümitle, içtenlikle, kılı kırk yararak yapılacak özgün yerel tarih çalışmalarıyla söyleyebiliriz. Tarihe karşı, tarih yazabiliriz diye düşünüyorum.
e-posta: muslum.uzulmez@gmail.com
web: http://www.uzulmez.info/muslum